21 Nisan 2019 Pazar

Yük

Hiç yaşayasım olmuyor bazı günler. Yük geliyor devam etmek. Yürürken bir ayağımı diğerinin önüne koymak, bir sonraki nefesi almak, akbil basmak, hatta şarabı açmak. Her şeyi bırakıp bir anda katıla katıla ağlamaya başlayasım var hâlâ. 

Bu bahar tomurcuklanmadan kuruyan lalelerime serçeler konuyor. Müjgan terk edilmiş, mahzun, uysal bir köpek de olsa bir çocuk en nihayetinde. Evde canı sıkılıyor. Pencerenin önündeki kanepenin sırtına ön ayaklarını dayayıp yükselerek dışarıyı izliyor. Kumruları takip ediyor çocuksu bir şaşkınlıkla. Hepsi birden havalanınca ödü patlıyor. Adını Müjgan koydum; mahzunluğu, kirpiklerini kırpıştırması da adına uygun ama öyle çocuk, öyle günahsız ki birlikte ağlaşmaya el vermiyor gönlüm. Yine de ister istemez ortak ediyorum koyu kederime. Bende yaşam izine rastlayamayınca o da iç çekip kıvrılıyor bir köşeye. 

Günler geçiyor, birbirinin aynı. Müjgan'a rağmen aynı. Ülke olanca ağırlığıyla üzerime geliyor, tek başıma karşılamak zorundayım. Boğazda gördüğüm yunusları, balkonda gün batımını, linççi güruhları; tüm güzellikleri ve tüm çirkinlikleri tek başıma karşılamalıyım, "Bak" diyemeden. 

Tek tesellim bir işe yaradığına inanmak. Her şeyin yoluna girdiğine, en azından artık biraz olsun rol yapmak zorunda kalmadığı için aklının rahatlamış olduğuna, harikulade bir kadınla tanışmış olduğuna, öyle ki gülünce gözlerinin içinin güldüğüne... Buna değmesi için en azından birimizin gülüyor olması gerek çünkü. O da ben değilim. Birlikte yaparken mutlu olduğum ne varsa tek başıma yapmaya çalışıyor, her birinden ölesiye nefret ediyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder