4 yıl önce yarın, Beşiktaş'ta yeni açılan bir tiyatronun yer altındaki ufacık salonunda tek kişilik bir oyun izlemiş, vurulmuştum. Oyun daha adından başlayarak inanması güç derecede kişiseldi. Geçmişim, henüz farkında olmasam da geleceğim, benliğim sahnedeydi.
Genç bir kadın, dışarıda bir patlamaya tanık olduktan sonra kaygıya kapılmış ve evden hiç çıkmaz olmuştu. Çiçeklerini sularken onlarla konuşuyor ve pikaptan musiki dinliyordu. Bir zalimi sevmiş yanıyor, hatıralarla yaşıyordu. Kimseyle konuşmuyordu. Kurduğu aşiyan çok tanıdıktı. Kadın çok tanıdıktı. Korkunç derecede. Şimdi, daha da tanıdık.
Her zamankinden çok o kadınım, her zamankinden çok o olmaya ihtiyacım var. Düzenli Aşiyan ziyaretlerime devam edebilseydim, o birkaç mezarın başında kimse duymadan ağlayıp içimi akıtabilseydim... En tepede, serviler ve erguvanlar arasından boğazı seyrederken o hışırtıyı dinleyebilsem; o yumuşacık esintiyi yüzümde, boynumda duyabilseydim...
Dışarıda ölümcül bir salgın var, ben hep dışarıdayım. İçeride Müjgan, asla yalnız değilim. Ne vakit, hocanın anlattığı gibi pencere kenarına kurulup bulutları kuşları izlesem ayağımın dibinde kuzum. İç çekişlerine gülüyorum ama böyle iç çekmeyi benden öğrendi sanırım.
Sardunyalarım, taş plak cızırtısı, ağladığım filmler, beslediğim kumrular, çok sevdiğim o tütsünün kokusu, bir köpek, birkaç kitap, kırık bir sevgi; aşiyanım.