Birkaç gündür İstanbul’da güneş çok güzel batıyor. Bense kapıyı en son birkaç gün önce kilitlemiştim, öylece duruyor. Bugün bir çaldı, aşure getirdiler sanırım. Açmadım, kapıyı açmamayı kendime hak gördüm. Hem duşta ya da tuvalette de olabilirdim. Belki de öyleydi. Açmadım.
Bu böyle gitmeyecek dedim, nefes almaya ihtiyacım var. Hem ne güzel bir gün. Son yazımı okuyup, üzülmeme gönlü razı olmayan bir arkadaşım mail atmış. Blog açmak için beni teşvik eden arkadaşım bu, şimdi de bundan para kazanabileceğimi söylüyor ama aklıma hiç yatmıyor. Önerisi girişkenlik gerektiriyor. Bir ara girişebilmek adına cesaretimi toplamaya koyuldum. Sonra aklıma başka bir fikir geldi, dün de yazdığım bir fikir aslında. Neden olmasın deyip biraz araştırdım, şartlar uygun. Hem heyecanlandım hem hayıflandım: Neden daha önce akıl etmedim ben bunu? Al sana sabahları uyanmak için bir sebep. İpek’in de parmağı var bu işte. Ben kendime güvenmezken bana güvenen insanlar topluluğu, arkadaşlarım.
“Tabi ya, tabi ya neden olmasın, ne kaybederim” diye sayıklayarak çıktım evden. Bir hafiflik, bir sevinç. Turist işi fotoğraf makinem bile yanımda, günbatımını yakalarım belki. Olmadı, kitabım yanımda. Bir yere oturur, onu bitiririm. Sonra şu dün bahsettiğim kitabı alırım. Kendi durumuyla ilgili inceleme okuyan bilinçli sosyolog, yesinler. “Türkiye’de beyaz yakalı işsizliğin sosyal-psikolojik yanına” odaklanan bir araştırma, tabi okuyacağım… ve muhakkak, “hayatla derdiniz neyse onu çalışın” diyen hocamı anacağım yine.
İki dakika sonra sahildeydim. Soğuk soğuk esiyor rüzgar, kulaklarım üşüyor. Sinüslerim bunu sevmeyecek, hiç sevmeyecekler: “Mahsus yapıyorsun değil mi, mahsus duş alır almaz kendini dışarı atıyorsun!”. Fotoğraf çekmeye çalıştım biraz. Ellerim üşüdü, titrediler. Titreyince üşümeleri de boşa gitti tabi. Yalnız birkaç tanesi idare eder.
Şu kitabı almak için Kabalcı’ya gittim sonra. Onu da alayım, öyle oturur bitiririm kitabımı. Alıp kasaya indim ki cüzdan yok. Fotoğraf makinesi var, kitap ve kurşun kalem var, ruj, kağıt mendil ve hatta kullanmaktan da taşımaktan da nefret ettiğim şemsiye bile var ama cüzdan yok. Kös kös çıktım kitapçıdan. Yapacak bir şey yok, doğruca eve. Şu hep bira içip scrabble oynadığımız cafe’ye gitsem otursam sorun etmez “sonra verirsin” derler ama olsun, rahat edemem şimdi. Halbuki çok seviyorum bu güveni. Fotokopicimle kuaförüm de öyle. İnsanı Perihan Abla zamanlarına götüren, mahallelilikten kalma sıcak bir his. Sadece bir his, rahat edemem. Dosdoğru eve geldim o yüzden. Bütün apartman kuş üzümü kokuyordu, gelen sahiden aşureymiş.
teşekkürler, bu sefer ben de bir beğendim.
YanıtlaSilhem ne güzel kar yağıyormuş orada. buz tutunca o kadar güzel olmaz tabi. ben de ankara'yı özledim. master diplomamı almak için gelmem lazım bir ara. asıl bugün orada olmak vardı ya neyse..
sevgili ayşec.,
YanıtlaSilellerine sağlık, çok iyi fotoğraflar!
ben de yalnızsam açmam kapıyı genelde, ama bu ara aşure ihtimaline karşı "açmalı" derim;)
teşekkür ederim :)
YanıtlaSilaşureyi şansımı kaçırdım sanırım da kapıyı açmayan biri daha olduğuna sevindim :)