29 Mayıs 2011 Pazar

Bik Bik #6

Monitöre odaklanmış rapor yazarken sol cenahta bir kıpraşım algıladım. Bir de baktım çok bacaklı küçük bir yaratık masa takvimimde tırmanışa kalkışmış, epey de yol kat etmiş ufaklık. Evde ne zaman böyle tehdit oluşturmayan böcek, örümcek yahut sürüngen zevatından bir adam görsem onunla konuşmaya başlıyorum. Bir kere yavuz hırsız misali –sanki bu dünya benimmiş de o sonradan gelmiş gibi- sen nereden çıktın diye bir soruyorum. Sonra –belki de yalnız 3-4 yaşındaki bebelerle konuşurken kullandığım sevimli ses tonumla- korkmamasını söyleyip, bir şeye sarıp aşağıdaki bahçeye atıyorum kendisini.

Ankara’dayken B. evimizde ne zaman böyle bir davetsiz misafir (klişe timi?) görse çığlığı basar, ben de açıklama duymayı beklemeden elime bir gazete geçirdiğim gibi yanına giderdim. Sonra da kıyamaz –eğer gerçekten korkunç değilse- bir şeye sarıp aşağı atardım. İstanbul’da evimde birkaç kere denk geldim böyle arkadaşlara. Bir iki kere minik birer çığlık atmış bile olabilirim ama kimse koşmadı elinde gazeteyle, bu durumda biraz burulmuş da olabilirim. Süpermenlik taslayacak kimsem kalmayınca ben de gönül rahatlığıyla Lois Lane’e bağladım, ne yapayım. Bu aralar ana okulu öğretmenini andırıyorum, o ayrı. Mütecaviz hayvanata bir fasulye saydırıp, boyama yaptırmadığım kaldı. Aslında patatesi tam üstlerine basarsam patates baskı fena fikir değil.

Bugün yeni bir blog açacak olsam adını “her şey yalnızlıktan” koyardım sanırım. Böyle inşallah, maşallah, eyvallah gibi; ya da aq gibi bir şey. Her boka uyuyor, her şeyin açıklaması bu olabilir. Evren nasıl oluştu? Yalnızlıktan. Buzdolabı neden çalışmıyor? Yalnızlıktan. Neden geç kaldın? Yalnızlıktan. Her şey yalnızlıktan. Ya ne olacağıdı? Mükemmel bence.

Her an bir sinire-kestiğim-anlar serisi yapabilirim. Geçen gün çok üst üste geldi, bundan bir seri çıkar dedim. Her şeyi tetikleyen ana haber bülteni oldu tabi. “Lisede kız kavgası” başlığıyla haber veriyorlar. Oldu olacak “karı kız” deyin, olsun bitsin. Haber değeri tartışılır bir yana,  ancak hem bu kadar yüzeysel hem de bu kadar hakaretvâri verilebilir bir haber. Feminist olmak işten değil (bkz. ironi). O değil de geçen Kadıköy’de liseliler gördüm el ele, kıskandım. Lisede sevgilim olsun isterdim. Hiç yaz aşkım da olmadı benim. Bu ikisi yüzünden baya zavallı hissediyorum şu an kendimi. Geri de alamazsın, gitti gider. Allahın platoniği.

Bey’lik Hanım’lık müessesesini nasıl yadırgadığımı anlatmış mıydım? Ayşe Hanım olmaya alışmaya çalıştığımı zannederken, geçen akşam İmroz’da garson “siz” yerine “sen” deyince irkildim. İrkildiğimi fark edince de baya soğudum kendimden, ne pis bir insan olmuşum lan ben. Bugün de hemşire “kaç yaşındasın” diye soruverdi zaten durduk yere.

Yalnız çalıştığım bu son sahada yaşımı ben de epey sorguladım. 20-21 yaşında insanlarla görüştüğüm oldu, 26 yaşında olduğumu öğrenince bir şaşırdılar filan, gülmeceler şakalar… çok utandım. Güya büyüğüm ondan ama öyle bir hayat yaşamış ki değilim aslında. Olsa olsa kardeşi olabilirim. Kendi işini kurmuş, askere gitmiş, dönmüş burada çalışmaya başlamış…ulan ne ara? Ben ne yapıyordum o sırada? Hem çocuk hala, naif; hem de bir şey çökmüş üstüne. Bir şey ama adı ha deyince konulacak cinsten değil. Hayat? Hayat çökmüş çökmesine ama  o daha çökmemiş, güçlü. Üç kuruşla direniyor. Ben de burada… ben de burada ne? Çalışıyorum? Bir ayda aldığının fazlasını alacağım bu bir hafta-on günlük işten. Aile geçindirmiyorum, hatta ailem beni geçindiriyor hala. Gelir adaletsizliği iki vücuda gelip birer sandalye çekmiş de görüşmenin gerçekleştiği masaya karşılıklı oturmuş sanki. Gelir adaletsizliği, fırsat eşitsizliği, utanç, azim, mücadele…masamız kalabalık. Bir saçmalık var bu işte, hem de büyük bir tane. “O kadar okudum” diye geçiriyor içimdeki utanmaz. Ama “o da okuyabilirdi. Yaptığım atla deve değil, bu parayı o da kazanıyor olabilirdi ya da çok daha iyilerini”. Anlamanın çözmeye yetmediği noktalardan biri bu. Hatta anladıkça sinire kesiyor insan. Bu böyle olmayabilir, çok başka olabilir, böyle yaşamak zorunda değilsin; bu kader değil ekonomi, siyaset, pislik bu. Bu tam bir bok çukuru.

Sonra bu sabah annemin ameliyattan çıkışına yetişmeye çalışırken arabasına bindiğim taksici var. Bugünkü eyleme yağdırıyor. Zaten sinirliyim, susamadım fazla. Bu sefer başladı Kürtlere, Alevilere, Ermenilere yağdırmaya. CHP, AKP kim varsa aldı nasibini. O benim, ben onun damarına bastıkça anladım ki vücuda gelmiş (MHP’li) bir Türk-İslam senteziyle konuşuyorum. Yatmış çıkmış ve dahası 104 kitap okumuş 7 yaşından 9 yaşına kadar, hepsi de Allah’ın gönderdiği ki ben öyle bir yayınevi duymadım, tanımıyorum. Bu yüzdendir ki o her şeyden emin, her şeye vakıf, her şeyi biliyor ve ben biçare, genç olduğu kadar yarım akıllı kadın, pardon, kız. Ben her türlü istismara açık ve böyle ipe sapa gelmez eylemlerle geleceğini yakacağından bihaber genç kız. Yoksa neden “olmaz olsun öyle gelecek!” diyeyim. “İndirin beni, yürüyeyim şuradan” da dedim ama beynimi sikmekten acayip zevk almış olacak ki bırakamadı. Müslümanlık muhabbeti gelip de bilmem kim hazretlerinin torunu olmaya dayanınca tamam dedim kızım ayşec., İstanbul turu başlıyor. İç konuşmalarına metin yazacağına baksana taksimetreye, çalışmıyor. Sonra “hakkını helal et”. Etmiyorum ulan, etmiyorum. Zehir zıkkım olsun. İnsanlığınıza tüküreyim. (Sinirli bir insan değilim aslında. Sinirli insanları sevmem, onlara saygı duymam da zordur. Fakat korkarım ki yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorum. Bigidinlan diye blog var ya hani, bsgaq! diye blog yazasım geliyor bu ara ama çakma olduğu çok belli olur şimdi.)

Jenny Lewis with The Watson Twins’in Rabbit Fur Coat albümü, seni istiyorum. Buraya da yazıyorum ki alayım. Sen yeter ki söyle, ben dinlerim ya..

Daha da var, daha çok şey var söyleyecek ama saatler ilerledikçe kabağa dönüşüyor, kabak tadı veriyor yazdıklarım. Dolayısıyla 35 numara camdan ayakkabımın tekini elime alıp koşarak karanlıkta kaybolmalı... Bugün bile söyleyecek o kadar çok şey var ki  böyle susarak yazmak en doğrusu…



3 yorum:

  1. yazının özellikle her şey yalnızlıktan kısmına bayıldım!
    ayrıca bsgaq! diye bir blog yazmanı öneririm. oraya yazıp yazıp rahatlıyorsun, böylece o sevmediğin sinirli insanlardan olmuyorsun :)
    az kalsın unutuyordum; kendini ali desidero'dan bir alıntıyla tanıtma fikri şahane olmuş.

    YanıtlaSil
  2. bsgaq! iyi fikir de kafadan 301'lik, sıkıntı yaratır..
    ya o her şey yalnızlıktan meselesini epeydir düşünüyordum, ne yalan söyleyeyim yazınca daha bir bayıldım ben de :)
    ali desidero'nun o kısmını daha önce bir sürü sanal platformda kullandım da dün iyice aşkım kabardı, ondan şey ettim. ali desidero, grup vitamin dinlerken dinlerken aklıma geldi "neden anti-depresan?" diye. hele grup vitamin ismiyle müsemma resmen de gece gece kendimden geçerek ali desidero'yu söyleyince ne sinir kaldı ne stres, cillop gibi oldum :) bu şarkıların, grupların olduğu yerde anti-depresanların arzı da talebi de çok saçma...bence :)

    YanıtlaSil
  3. ali desidero'da kahvedekiler "ınının" diyor yahu, bundan güzel bir şey olabilir mi? :)

    ınının ınının ınınınııııın!

    anti-antidepresan.

    YanıtlaSil