12 Mayıs 2011 Perşembe

Karakol: Ağzından Öpmüş, Yanağından Vurmuş

Aslında işimdeyim gücümdeyim ama tutamadım kendimi, daha doğrusu tutamayacak yazacağım. Halbuki bir dur değil mi, üstünden biraz vakit geçsin, azıcık sindir ondan sonra söyle ne söyleyeceksen. Ama yok tweet'le mweet'le olacak iş değil bu. İyi kötü bahsetmezsem çatlarım. 


10 saat mesai karşılığı 3 sayfa boyu yol kat edebildiğim çeviriden kaldırdığım gözlerimi iki dinlendireyim diye televizyonun karşısına oturduğum gibi yeni bir dizinin ilk bölümüne hatta jeneriğine -o derece- denk geldim. Tanıtımları baya itici gelmişti, o yüzden asgari düzeyde beklentiyle başladım izlemeye. Hoşlanmadığım oyuncusu yok gibi bir şey. Kadrosu düpedüz sağlam işte, niye çeviriyorsam (elim alıştı zahir). Var ama, gene bir iticilik var. Hem de hiç öyle insanın dilinin ucunda ikamet eden cinsten filan değil. Rahatlıkla maddelenebiliyor. 


İlkinden başlamak üzere reklam aralarında ne yaptım, tabi ki sözlüğü açıp baktım. Sayfaların daha hızlı atmasını beklerdim açıkçası, ona bir şaşırdım. The Shield'ın aynısıymış, izlemedim, araştıracağım. Behzat Ç.'yle kıyaslanmış sürekli. Çok iyi olduğunu ve izlesem çok seveceğimi bildiğim halde Ankara'yı gösterdiği için izlemiyorum o diziyi de. Bir yazar iyice abartarak Arka Sokaklar'a benzetmiş. Bir dakika şimdi o kadar da değil. Oradaki Mesut Komiser'i azıcık ucundan andırıyor olabilir.. Yok yok baya bir diziye hakim olmam beni de ara sıra korkutmuyor değil. 


Dizide sigara içiliyor, uyuşturucu kullanılıyor, insanlar eşeysiz sevişmiyor, sadece şehzadeler doğurmak adına hiç sevişmiyor, küfür gırla yani gündelik hayat seviyesinde, polisin şiddeti meşru ama polis bir yandan politikacılara saydırıyor, bedenini satarak hayatını kazanan kadınlar var (Ortaköy'ün her saatini bilirim de hiç o haline denk gelmemişim, Taksim olsa neyse, Ortaköy Meydanı be)... Peki dakka bir gol bir, İsmail YK'dan Bas Gaza'yı vermek nedir? Bir motosikletli kovalamaca sahneleri filan. Balya balya dolarlar, pis işlere bulaşmış değil de daha ziyade işler ona bulaşıp pislenmiş gibi duran aykırı fakat arkasını da devlet içinde sağlam yerlere dayamış olan polis Reşat, viski miski, net iyi adamlar, net kötü adamlar, FBI'dan gelme bir Türk "dedektif" (Kanıt'ta da kafa buldular bunla ama sonrası aşk filan)... Ne ararsan var yani. 


Her tarafından çıngıl çıngıl sallanan klişelerine takılmadım ben, boncuktan perdeymişçesine geçip gittim içinden. Daha ziyade 90'larvâri bir serserilik sezdim ben dizide, sezmek istemiş de olabilirim, hala Kaybedenler Kulübü'nün etkisi altında olmam da muhtemel. Pis adamların, pisliğin her zaman çekici bir yanı vardır. Salt bu da olabilir. O bu derken sonuna kadar izlemişim dizinin bu ilk bölümünü. Adamlardan çok kadın oyuncularını beğendiğim bir kadrosu var aslında. En beğenemediğim oyuncuyu da son sahnede tak diye yanağından öpüp yolladı zaten Reşat. Bir yerli dizi senaryosu için oldukça cüretkar geldi bana. Yani bir karakteri sevmemiz mi yoksa ondan nefret etmemiz mi istenir/beklenir, kabak gibi ortadadır her zaman. Nefret uyandırmak adına bu kadar hayvanca bir şey yaptırıldığını ilk defa görüyorum. Gerçi önden verdiler tüyoyu, verdiler tüyoyu ama yok artık diyordum. 


Twitter'da genel olarak olumlu bir hava eserken sözlük elbette sokup çıkarmış ki ne işim olur Twitter'da, bir yandan entry okuyarak dizi izlemek varken. Klişeliğinden, taklitliğinden bindirmişler diziye ama bana kullandığı klişelere inanıyormuş gibi gelmedi. Yani daha çok parodisi gibi, kafa buluyor o klişelerle. Ciddi bir surat ifadesi takınarak kıs kıs gülüyor, dizinin kendisi de içinden "yok artık" diyor...ya da gene iflah olmaz iyimserliğim tuttu. Yok ya, sadece pisliği olamaz, hoşuma giden bir şey daha var bu dizide. Serseriler bizzat kalkmış serserilikle kafa buluyorlar sanki. Neyse ne, ben beğendim. Biraz daha zeka pırıltısı katarlarsa hiç gocunmadan izlemeye devam ederim. Reşat en başta diyor zaten, kimse üstüne alınmasın, fantastik bir dizi bu. Adam haklı beyler. Ha baştan fantastik deyince "sıçtım, oldu" rahatlığına ermek diye bir şey söz konusu değil. Kaldı ki fantastik demek çok ironik kaçıyor yer yer. İronik kaçmak? Gece gece bu kadar. Biz nasıl diyor...bence giderli ama önümüzdeki bölümlere bakmak lazım. Bu arada, daha da geç bir saate alırlarsa bu hiç sürpriz olmaz işte. Tam da sansür, yasaklar, filtreler konuşulur, tartışmalar alevlenirken... ilginç bir zamanlama oldu Karakol'unki. Öte yandan ömrü kısa olacak ama bu neyi değiştirir? Gözyaşı Çetesi'ni kim hatırlar şimdi, ömrü kelebek kadardı ama ben onu sevmiştim. 




Not:  Linkteki şarkı Gözyaşı Çetesi'nin jeneriğiydi sanırım. O zamanlar bendeki kopyası bir dakikalık kötü bir çekimdi. Hatta arasında Ayşe Şule'nin bir repliği vardı. Oldukça vurucu bir replikti. Yetkin Dikinciler bir tarafa, sırf o kıytırık kayıttaki o vurucu replik yüzünden bile bu kadar içime işlemiş olabilir o dizi. 

8 yorum:

  1. genel olarak türk dizisi izleyemiyorum. ama geçen gün leyla ile mecnun'dan birkaç sahne izledim güzeldi.

    bu karakol'u izlememiştim ama sen yazınca bakayım dedim. çok yakın bir arkadaşım oynuyormuş bunu öğrenmiş oldum. sorarsa biliyorum artık :)

    YanıtlaSil
  2. sorsan sadece öyle bir geçer zaman ki'yi izliyorum ama baya bir dizi hakkında fikir sahibiyim. bazılarını gerçekten beğeniyorum da, ara ara efsane işler çıkmıyor değil. gene de birkaç zibidi çıkıp türkçe popun da yerli dizilerin de imajını değersizleştirmeyi başarıyor ya sinir oluyorum. aynı iş atıyorum yunanca ya da ibranice olsa sırf etnik kuntik görünüyor diye içine düşecek bir ton insan sırf prestij kaybından çekindikleri için peşin peşin burun kıvırıyor. senaryosu da, oyuncuları da rezalet olsa bile her hafta yersiz uzunlukta bir yerli dizi çekmek için çırpınan o kadar insana çok üzülüyorum.

    mesela unutulmaz diye bir dizi var. erkek baş rol oyuncusu bildiğin modellikten kopup gelmiş, bırak oyunculuğu adamda yüz ifadesi yok. neyse, rol aldığı tehlikeli bir sahnenin kamera arkasına denk geldim de geçen gün, kendimden utandım. yeteneksiz meteneksiz, az kalmış çıra gibi yanıyormuş adamın kıçı. mesela.

    o kadar çok kalitesiz iş var ki anlıyorum aslında bu yerli yapımlara olan tepkiyi. bazen bütün beklentimin "farklı bir hikayesi olsun da" noktasına kadar düştüğünü fark ediyorum. işte o zaman gelsin bbc dizileri, gitsin bbc dizileri. yok yok, benim hala ümidim var :)

    bak o kadar yazdım, sormayı unuttum: hangisi arkadaşın? ona saydıracak olursam usturuplu saydırayım :)

    YanıtlaSil
  3. Şimdi konu bu diziler için harcanan emeğe ve orada çalışanlara geldiğinde benim de saygım büyük. Hele hele o emeğin karşılığını alamayan set ekibine... Zaten sinema okumuş ve artık devam etmesem de yıllarca o sektörün sıkıntısını yaşamış biri olarak bu durumu çok iyi anlıyorum. Ama sonuçta ortaya çıkan işi beğenmeme hakkım da sonsuz. Aslında ortada bir tercih var bu iş bu kadar zamanda iyi bir şekilde yapılmaz diyebilirler ama o zaman da grev kırıcılar girecek devreye filan falan.

    Burada sorun orada emek verenlerde değil daha çok kanallarda. O kadar kısa bir zamanda ne iyi bir metin yazılabilir ne de başarılı görüntüler elde edilebilir. Oyunculuk konusuna gelince. Ben oyuncularımızın aslında her şeye rağmen oldukça iyi işler çıkarabildiklerini düşünüyorum. Bazı replikler ve sahneler o kadar kötü yazılmış ki onları -oyuncu diliyle- "satmak" gerçekten imkansızlaşıyor.

    neyse iyi ki hbo var iyi ki bbc var. ha house'tan şaşmam o ayrı :) bu kadar çok sayıda iş çekildiği sürece her zaman ümit olacaktır. sonuçta bir şekilde bir değer birikiyor sonunda bu değeri birileri sanatsal tatminleri için harcamaya dönecek vs. Yapılsın efenim diziler, filmler :)

    Arkadaşım da Ece Dizdar olur. Yukarıdaki fotoda en sağdaki :)

    YanıtlaSil
  4. Konu biraz ciddileşince baş harfler büyümüş :)

    Söylediklerinin hepsine katılıyorum. Sinir olduğumu söylediğim şey prim hesabı yaparak ezbere küçümseme. Yoksa beğenmemek olsun, kıyasıya eleştirmek olsun bunlar hep sevdiğimiz mesleki reflekslerimiz.

    Eleştirilerin üslubu gece gece biraz tepemi attırdı sanırım. Her ne kadar teoride saygı duymama hakkını savunsam da pratikte saygısızlığa, saldırganlığa tahammülüm yok. Yeteri kadar akıl fikir sahibi insan eleştirirken salyalar saçarak saldırmaya gerek görmez zaten. Görenleri de ben ciddiye almam ya almışım zahir (sözlüğe toz kondurmuyorum da o da bir bozuldu şimdi, doğruya doğru).

    Ben de bir tek bu oyuncuyu tanımıyorum diyordum bak Ece Dizdar'mış meğer ya :)

    YanıtlaSil
  5. Baş harflerin büyümesi çok çok iyi bir tespit olmuş. Şahsen normalde internette hep gayri ciddi konular yazıyor ve okuyorum hatta ciddi konuları gayri resmi bir şekilde ele alıyorum. Fakat burada ciddi konular gayet güzel bir şekilde ele alınabiliyor. Sanırım blogunu bu yüzden seviyorum :)

    Evet prim yapmak için eleştirmek gibi bir refleks de var. Bir de senin bir önceki yorumda yazdığın konu var. Ona da cevap yazacaktım unutmuşum :) Bu toplumun nedense kendi geçmişi ve kendisiyle ilgili çok ciddi kompleksleri mevcut. Yani tuzkız öyküsü çok kötü ama Kral Lear şahane; Ortaoyunu tükaka ama Commedia Dell'arte mükemmel bir sanat gibi saçma sapan bir küçümseme. Bu duruma çok sinir oluyorum.

    Bir işi beğenmemekle ona saygı duymamak da farklı şeyler. Hele hele bu saldırganlığa ve harcanan emeğe hakarete varınca çok daha con sıkıcı oluyor.

    Ece benim çok çok eski bir arkadaşımdır. Dot'ta Shopping and F..king'de oynuyor aynı zamanda. Tavsiye ederim oyunu.

    YanıtlaSil
  6. Ne zamandır duyuyorum o oyunu. Hazır bir arkadaşımın oyununa -nihayet- gitmek için ayaklandım (http://www.facebook.com/event.php?eid=215945365099736), o gazla bu merakımı da giderebilirim aslında. Sağol :)

    YanıtlaSil
  7. Benim bildiğim Odtü lülerin bildiği Ankara, Tunus Caddesi ve civarı ile sınırlıdır.Sırf Ankara diye izlememezlik etme, bu Ankara, bildiğin Ankara değil.:)

    YanıtlaSil
  8. benm bu dizide en hoşuma giden karekter yunus polis ayşe ve bu dizinin gününü saatini deiştirmeye dewm ederlerse ewt ömrü kısa olr ama bitmesini istemiyorum eger zaten bu flmide bitirirse show bir daha asla show s sini azıma almam

    YanıtlaSil