27 Mayıs 2011 Cuma

Much ado about nothing #15

Çeviriydi, sahaydı, rapordu derken blog yazmaya vakit bulamaz hale geldiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yazdım, hem de iki kere, fakat yayımlamamla silmem bir oldu. Oysa bendeki bu duygusala ışık hızıyla bağlanma hali yeni değil, bilakis birçok yazımda izleri takip edilebilir. Lakin kendimi eskisi kadar rahat hissetmiyorum bunu aşikar etmek konusunda. İsterse bir kiraz vakti daha gelip çatmış olsun, ne gam... Ne gamı lan bu güzel havada. Yok gam mam, hayat güzel. Yani...sanırım.

İnsanın kendi parasını kazanıp yemek konusunda heyecanlanmasının 26 yaşına tekabül etmesi biraz utanç verici. Esasen bu bir ilk olmamakla birlikte artık öğrenci olmadığım için ilk sayılıyormuş. Yoksa misal, bundan altı yıl önce de bir projeden aynı parayı kazanmıştım. Ama sonra o parayı olduğu gibi alıp B tipi likit fona yatırmıştım. Her ne kadar anneannemin anneme benzemediğim ve parayı elimde tutma becerim olduğuna dair inancı tamsa da o eski halimden eser yok şimdi. Paradan çatır çatır diye ses getirene kadar yemekten yanayım. Nitekim yiyorum da. Bugün iki elbise aldım. Levent'te staj yaparken bile girmiştim aslında bu kafaya: Madem ki para kazanıyorum, o zaman en yakın AVM'ye girmeli ve türlü çeşit giyim eşyasına gömmeliyim bu parayı. Onun değişik bir versiyonunu da yaşadım bugün: Madem ki iş için bütün ulaşımımı akbille sağlıyorum, o zaman harcırahın geri kalanını Gelik'te kuyu kebabına gömebilirim (hayvanseverliğim malum). Zaten arkadaki bahçesi de açılmış, değme keyfime. 

Annemleri de yemeğe çıkardım en nihayet. Elbette ki planladığım gibi olmadı ama olsun. Zaten hiçbir şey yeteri kadar iyi olmayacak, bunu bilmek biraz içimi rahatlatıyor. Bu rahatlıkla da gidip cep telefonu ve gürültüyle zonklamayan buzdolabı almayı planlıyorum. Paris'in hayal olarak kalacağı çok belli. Kuracak bir hayal aradım, aklıma Paris'ten başka bir şey gelmedi. Gene ara ara kurarım ben onu sinsice, en güvenli yerde, aklımın gerisinde. İyi şarabı, gün boyu yürüyüp kaybolmayı, sonra bir sokağın arasında Eiffel'i görünce çocuklar gibi sevinmeyi, Sacre Coeur'den şehri izlemeyi, Rodin'in heykellerine tapınmayı filan...kurarım ben, kurmaz mı insan. İstesem de alamam kendimi bunları düşünmekten. Aklım kaçar, düşünürüm. 

İşi bu yüzden de sevdim, seviyorum işte. Hatta beraber götürebildiğim sürece çeviri de yapıyorum ki iyice, sıkı sıkı tutsun aklımı, estiği gibi kaçıkaçıvermesin. Şimdi, gerçi, öte yandan...yine erguvanlar bastı İstanbul'u... Bak gene kaçtı, işte hep böyle oluyor. Firari kadının firari aklı olur elbet. Aman bırak ne firariliğim kaldı allasen. Yok yok kesin gene vardır içimde.

Deli gibi kilo aldım. Alırım almam, bu bir yana, kilomdan ötürü kendimi bu denli mutsuz hissedişim bir ilk. Resmen mutsuzum, kompleksliyim. Düğün fotoğraflarında patladı patlayacak, kırmızı bir fıçı gibi çıkmış olduğumu görmek de tuz biber ekti. Tamam tamam, kilo muhabbeti yapmayacağım. Ama sürekli bunu düşünüyorum, haberiniz olsun. 

Sarhoş girdiğim ALES'ten yeterli puanı almışım. Sahip olup olabileceğim akademiye ilişkin son başarım bu olacak herhalde. 20 yıl sonra meyhane köşelerinde vızıklıyor olurum artık "puanım tutuyordu" diye. Köşe iyi de muhabbet kötü. 20 yıl sonra ben neye benzeyeceğim, hayatım neye benzeyecek? İleri sarmayı şiddetle istediğim anlar oluyor. 

Bugün tarih tekerrür edeyazar gibi yapıp gülümsetti beni. Gene sahadayım ama fırıncılık değil İK'cılık oynuyorum şu aşamada. Derinlemesine mülakat yapıyorum insanlarla vesaire. İlk etap da demografik bilgiler. Bugün ilk defa istenenden daha da fazlasını sordum, sırf meraktan, özel ilgi. Yıllar önce de köşesine çarpı attığım bir anket olmuştu, onu anımsadım. Şimdi bu mesleği kötüye kullanmak mı kuzum? Niyetim kötü değil ki hem. İnsanları seviyorum. Ama bazılarını daha çok takdir ediyorum işte. 

Yeni tanıştım sayılır birine akademi fetişimden bahsettim, insanların kurumsallık fetişinden iyidir dedi, yüz buldum. O etek-ceket-topuklu giyip plazalarda çalışınca "oldum" sanan kadınların kafasına giremeyeceğim asla. Öğle yemeğinde salata, çıkışta biraz alışveriş. Yok be, hiç bu değil aklımdaki. Bugün iki elbise almış olabilirim ama kısa, uçuş uçuş ve çiçeklilerdi. Herkesin kendi dünya algısına göre belirlediği bir en yüksek statü, bir en prestijli konum var sonuçta. Kimine göre bir mafya babası, kimine göre albümleri en çok satan pop şarkıcısı, kimine göre de Amerikan başkanıdır bu en büyük prestije sahip, gelinebilecek en yüksek düzeye erişmiş kişi. Valla benim için Prof. Dr.'dur, doğruya doğru. İster aydınlanma eleştirisinden gir, rasyonaliteden çık umurumda değil, seviyorum. Bilimin bilimliğini sonuna kadar eleştiririm, o ayrı. Lakin gözünü sevdiğim akademi içime işlemiş. Hop, şarkı geliyor buraya. 

İşte böyle...hayat geçiyor sevgili okur. Bugün saçlarımı rüzgara, yüzümü de güneşe vermiş, motorla Üsküdar'a geçerken onu düşündüm: Mevsimler daha mı hızlı geçiyor ne? Yok valla, gıdım felsefe yok, öyle dümdüz düşündüm. "Gene" diyorum artık, "gene bahar geldi" ya da "gene kış". Daha önce de yaşamıştım bu mevsimi, biliyorum. Mevsimler de eskiyor mu ne, bilmem ki. 

Böyle işte...yaşayıveriyorum, yaşayıp gidiveriyorum. Ne kimseden mutsuz, ne kimseden mutlu. Plastik gibi biraz, cam gibi, sunta ya da briket gibi. Öylece yani, bilmem. Düşünmüyorum. 



Handle me with care ve Bad Man's World diye şarkıları da varmış bu kızın...güzel mi ne. Herkes biliyor ve gene en son ben öğreniyorum değil mi? Aman öyleyse de geç olsun güç olmasın. Bir bu, bir de "olduğu kadar" favori cümlelerim bu ara. Olduğu kadar artık. 

9 yorum:

  1. İşte yine keyifle okunan bir yazı :)

    Ama aydınlanma ve hatta "aydın" kavramıyla ilgili eleştiri yapma hevesimi kursağımda bıraktın ya aşk olsun.

    YanıtlaSil
  2. :))) eleştirisi kendinden müteşekkil olmak da mesleki deformasyona dahil. böyle de hiç heyecanı kalmıyor, biliyorum ama bir gün sırf senin için boşluk bırakacağım öyle bir yerde, söz :)

    YanıtlaSil
  3. böyle mesleki deformasyonlar iyi oluyor ama bence.

    çok teşekker ettim :) ben o konuda çok uzuuuun filan konuşurum daha doğrusu yazarım sanırım. derin mevzu bu aydın kavramı. hele ki ülkemizde.

    bak şimdi bile zor tutuyorum kendimi :D

    YanıtlaSil
  4. vernonsullivan'a katılıyorum.
    çok keyifle okudum.pekçok yazın gibi.

    YanıtlaSil
  5. çok teşekkür ederim.
    hastane odasında daha da güzel geliyormuş güzel yorumlar.

    YanıtlaSil
  6. hayırdır inşallah?

    YanıtlaSil
  7. annem. dizine protez takıldı bugün ama iyi.
    eylül'de hindistan'ı daha rahat arşınlayabilelim diye :)

    YanıtlaSil
  8. geçmiş olsun.
    eneee, hindistan mı???

    YanıtlaSil
  9. teşekkür ederim.
    işte maaile bir plan var öyle bakalım :) bahaneyle blog da bir şenlenir.

    YanıtlaSil