14 Mart 2013 Perşembe

Güle Güle


Ofis dışında bir toplantı vardı sabahtan. 
Öğlen Osmanbey metrosundan çıkmış ancak geliyordum ofise. 
Rumeli'nin Valikonağı'yla kesiştiği köşedeki çiçekçi ablanın kaldırımı kaplayan vazoları arasında bir vazo da mimoza olduğunu görünce yüzüm güldü. 
Anısı var ama bana kadar. Yani tarihimde ne birinden ne de kendi kendime mimoza almışlığım yoktur. Ama Mazı İnceyalı sahilindeki mimoza ağacını sahiplenip 'bu benim gelin çiçeğim olsun' diye tutturmuşluğum vardır. 13-14 yaşındayım daha. Türk filmi kafaları. Hala o kafadayım ya o zaman şimdikinin 10-15 katı. Yoksa ne evliliği, ne gelinliği, olay o değil. Ben bile değilim. Olay, mimozayı en güzel çiçek ilan etmiş olmam. Böyle 15 yıl sonra omzumda çanta, elimde laptop, topuklular üstünde yürümeye çalışırken köşeyi dönünce görüp de sevineyim, yüzüm gülsün diye. Ama ne gülmek! Alenen, geniş geniş. 
Akşam işten çıktım saat 6'yı geçerken. Evde devam edeceğim çalışmaya. Öğlenkinin aynı modelim, yalnızca daha uykulusu. Valikonağı'nı bir baştan bir başa yürüyorum. Hava nasıl bahar, nasıl mayhoş. İnsanı serseme çeviren bir ılıklık var.
Baktım karşıdan Nişantaşı kapıcısı bir abi geliyor. Önünde de pıtırcık gibi bir şey, pıtır pıtır yürüyor. Az bir saçı var; o da sapsarı, kıvır kıvır. Üstünde, anasının ördüğü minicik bir yün yelek. 
Bana doğru yürüyorlar. Göz göze geldik kızla. Üstüm başım nasıl gri, nasıl soğuk ve itici bir kıyafet var üstümde. Bir yandan çanta bir yandan bilgisayar çekiştiriyor kaldırıma doğru. Ayakta durmak, ileri gitmek, gözümü açık tutmak için çaba sarfediyorum.
Göz göze geldik. Hemen değil yavaş yavaş gülümsedi. Ben dünden razı, bir anda o kocaman gülümseme geldi yapıştı yüzüme. Yüzüm aydınlandı. Nasıl ama, güldükçe gülüyoruz. Bana doğru hızlandı adımları. Babası da gülümsüyor. İşte bunlar hep havadan hocam. 
Yanımdan geçip yürümeye devam ettiler. Ufaklığa göz kırptım tam yanımdan geçerken.
Sonra ayrıldık istemeye istemeye.
Bir adım attım, iki, beş, on. Dayanamayıp arkama baktım.
Baktım o da aynı anda dönmüş bana bakıyor. Gülmeye devam. 
Tümüyle değiştirsem yönümü de ona dönsem, atsam bilgisayarla çantayı yere. Kaldırıma diz çöküp kollarımı açsam (Hülya Koçyiğit?), hiç tereddütsüz kollarıma doğru koşmaya başlayıverecekmiş de kocaman sarılacakmış gibi duruyor. Kız küçük, küçücük ama kocaman sarılır gülüşü böyle teklifsiz ve sıcak kızlar, biliyorum. 
Durmadım. Dönmedim. Sarılmadım. 
Onun yerine güle güle gittim Harbiye dolmuşlarına kadar.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder