Hışımla kapadı televizyonu. Kumandayı tiksintiyle kanepeye fırlattı. Sözümona bir yarışmanın jüri üyesi ünlü bir kadın, yarışmacılardan küçük bir çocuğu masaya yatırmış poposunu mıncıklıyor ve herkes gülmekten kırılıyor. Duyduğu tam olarak öfke ve mide bulantısıydı.
Hikâyeler anlatılmak içindir. Er
geç anlatılır. Anlatılmadan önce uzun bir suskunluk gerektirir kimi. Özellikle
de kadın hikâyeleri. Kadınların birbirlerine bile anlatmak istemedikleri tatsız
ve rahatsız edici hikâyeler. Ama er ya da geç anlatılır…çünkü hikayeler, tatsız
ve rahatsız edici olanları bile –en çok da onlar- anlatılmak içindir.
Bu hikâyenin geçtiği zamanda Turgut
Özal cumhurbaşkanı, bütün televizyonlar renkli değil, Berlin Duvarı henüz
yıkılmadı ve Körfez Savaşı henüz yaşanmadı. Hikâyenin geçtiği yer bir ev. Bir
örgüt olmasından şüphe edilebilecek sayıda insan bir araya gelmiş, yemek yiyor
masanın etrafında. Belki on kişi var. Hepsi iyi, güzel, doğru insanlar. Kimi
evli, çocuklarını da alıp gelmişler. Şimdi salonda koşturan çocukların hiçbiri
darbeyi görmedi. Kiminin anne babası henüz tanışmamıştı bile. Anne-baba değil
kadın, erkek, mühendis, doktor ve avukatlardı sadece.
Çocuklardan en küçüğü kız.
Pamuklu kumaştan kısa, çiçekli bir elbise var üstünde. Kısa saçları lastik
tokalarla iki yandan atkuyruğu yapılmış. Pamuklu kumaştan fitilli, beyaz bir
donu var. Donun iki yanından çıkan bacakları boğum boğum. Bir bebeği andırıyor
hala. Kısa beyaz çoraplarının dışarıya kıvrılınca görünen beyaz fırfırları var.
Çorapları çok küçük. Ayakları da öyle. Ev tanıdık. Her oda bir keşif alanı, her
eşya bir oyuncak burada. Büyükler ise konuşmaya dalmış masanın etrafında. Mevzu
derin olmalı.
Ev tanıdık. Kapıdan girince
hemen karşısı salon. Yemek masasını geçince karşıda koltuklar ve kanepe.
Masanın üstüne düşen ışık, masaya iyice yaklaşınca açılmış bir çiçeği andıran
avizeden geliyor. Başka her yer karanlık. Hol, tuvalet, odalar. Küçük kız
çocuğu hem korkak, hem meraklı. Korkusu ağır basıyor. Hem salon da büyük.
Açılmış çiçekten sızan ışık hole vuruyor. Küçük kız için sınır, ışığın bittiği
yer.
Ev sahibinin çocuğu küçük kız
çocuğundan büyük ama bir çocuk kadar küçük. Odasının kapısı kapalı. Biraz büyük
çocuklar, biraz küçük çocuklara oyuncaklarını vermek istemez. Küçük kızda
sezgisel bir gurur, odaya girmese de olur. Kapısında bir amca duruyor odanın.
Gözlükleri var. Kareli bir gömlek giyiyor. Saçı biraz uzun, sakalı daha uzun.
Biraz beyaz sakalı, çok değil. “Gel” diyor sessizce, “odada ne var”. Küçük
kızdan başka kimse duymuyor bu çağrıyı. “Orada ne var? Ne var orada?”
Odanın buzlu camdan kapısı sessizce
kapanıyor ardından. Kapının sağı aynalı gardırop, tam karşısında bir çocuk
yatağı. Gardıropta çocuklar tırmanabilsin diye basamaklar var. Gardırop bile
oyuncak. Bir de amca var odada, bir de kız. Halıfleks olan yere önce bağdaş
kuruyor amca, yüzü kapıya dönük. “Gel” diyor kıza, “oynayalım”. Kızın boyu
yerden dize kadar, oda kocaman, amca büyük. İnsanlar iyi ve oyun oynamak güzel.
Kız çocuğu fazla küçük. Bir
yudum su kadar bir şey. “Gel” diyor amca, “yat kucağıma”. Ev tanıdık, insanlar
iyi, oyun oynamak güzel. Gülerek sırt üstü yatıyor amcanın kucağına. Amca
gülerek yüzüstü çeviriyor onu kucağında. Bu nasıl bir oyun? Elbisesini sıyırıp
donunu aşağı indiriyor kızın. Açıkta kalan küçük popoyla oynamaya başlıyor.
Gıdıklamadan, okşar gibi. Kızın bildiği hiçbir oyuna benzemiyor bu. Nedenini
bilmediği halde içi ürperiyor. Rahatsızlık ve korku doluyor içine. Neden
korktuğunu bile bilmediği halde, orada olmak istemiyor. Halbuki zarar gelmez
büyüklerden. Gelmez. Gelmemeli. Gelmemeliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder