Sema Kaygusuz olsa "bungun", Adalet Ağaoğlu olsa "mağmum" derdi. Ben ise tamamen hıyarlığımdan "hava kapalıydı" demekle yetineceğim. Hava kapalıydı, hatta kapalı bir gündü. Yani gün olduğu gibi içine kapanmıştı sanki. Bebek İskelesinden Anadolu Hisarı'na gitmek üzere motora binmiştik. Denizin ortasına geldiğimizde köprü tam karşımızda, az uzağımızdaydı. Durduğumuz noktadan -aslında durmamıştık, benim kafam durmuştu yalnız- köprüye ve ayaklarına baktığımda, bir gömlek yakası ile o yakalara yapışmış iki el gördüm. Eller sıkıca kavradıkları iki yakayı bir araya getiriyorlardı ama iyi anlamda değil. Yakasına yapışılmış boynun gerisini görebilseydim ayaklarının zaman zaman yerden, yer yer zamandan ayrıldığını görürdüm muhtemelen.
Göksu Deresinin kıyısına oturduk sonra. Gün iyice kapandığından yolun bundan sonrasına siyah beyaz devam edecektik. Ceketim siyah, rakım beyazdı mesela. Dere ilkten biraz kötü koksa da insan nelere alışmıyor, akşam oluyordu. Kör bir insan için akşam ne kadar akşamsa kapalı gün de o kadar akşama dönüyordu işte. Dereye takıldı gözüm, kara kara kuşlar yüzüyorlardı. Uçuyor olsalar yalpalıyorlar derdim, onlar ağaç dalları ve yapraklarıyla birlikte hafifçe dalgalanıyorlardı. Dereye neden Göksu dendiğini anladım o zaman. Anlamak için biraz dalgalanmam gerekiyordu. Durulmak isteğe tabi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder