26 Nisan 2019 Cuma

Lay Your Head Where My Heart Used to Be



Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me

Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by

Clear the thistles and brambles
Whistle 'Didn't He Ramble'
Now there's a bubble of me
And it's floating in thee

Stand in the shade of me
Things are now made of me
The weather vane will say
It smells like rain today

God took the stars and he tossed them
Can't tell the birds from the blossoms
You'll never be free of me
He'll make a tree from me

Don't say good bye to me
Describe the sky to me
And if the sky falls, mark my words
We'll catch mocking birds

Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me
Remember when you loved me
Remember when you loved me

Kayıp

Bugün, teklif edildiği zaman korkudan geri çevirmemem, kabul etmem için beni yüreklendirdiğin işim gereği elime koca bir kutu dolusu, Yılmaz Güney’le ilgili arşiv malzemesi geçti. Orijinal film afişleri, fotoğraflar, baskıdan daha dün çıkmış gibi canlı gazete kupürleri, cinayet haberleri, hapislik yazıları, sevgilileri, fotoromanları, ilk defa gördüğüm fotoğraflar… Her birini tek tek incelerken nasıl heyecanlandım anlatamam, anlatmama gerek yok. “Keşke şimdi tam şurada olsaydı” dedim, “benden daha çok heyecanlanır, gözleri ışıl ışıl parlardı”. O yüzden parlayıp parlayıp söndü gözümdeki ışık. Bir iki saatin sonunda kutuya her şeyi sırasıyla geri koyup kapağını kapattım, kutuyu da masamın hemen yanına, yamacıma koydum. Yılmaz Güney’e biraz benzediğini söyledi arkadaşım. Dün akşam Süleyman’ın barındaki Sadri Alışık fotoğrafına yine gözüm dalmıştı. Bir de Fikret Hakan var... Ama seni en çok Pütün mutlu ederdi. Eğer öyle bir kabiliyetin varsa tabi. Benim vardı, kayıp. 



24 Nisan 2019 Çarşamba

Yapboz

Hiçbir zaman tamamlanmayan bir yapboz gibi. Eksikliğiyle malûl değil. Aksine, onunla var. Tamlık daha tanımlandığı andan itibaren gerçekleşmesi beklenmeyen bir ideal, bir referans noktası ancak. Çok yaklaşılabilen, vardım sanılabilen hayalî bir ülke. Yetişkinlikte de inanmaya devam etmek acı verici. Bir başkasıyla tamamlanmayı beklediğim zamanlar oldu, olmuştu. Karşında duran insana korkunç ağırlıkta beklentiler yüklemek anlamına geliyor bu. Büyük haksızlık. Sonra baktım ki iş öyle değil, mesele benimle ilgili. Her şey değişti o zaman. Sevmek büsbütün yeni bir şey oldu. Yine emek kaldı ama başka türlü. Ayakları toprağa bastı sanki. Daha sevecen, daha dingin, daha hakiki. 

Hiç tam olmadım, olmayacağım da. Fakat neden yalan söyleyeyim, hiç bu kadar eksik hissetmedim.

Yap, boz, yap, boz, yap.

21 Nisan 2019 Pazar

Yük

Hiç yaşayasım olmuyor bazı günler. Yük geliyor devam etmek. Yürürken bir ayağımı diğerinin önüne koymak, bir sonraki nefesi almak, akbil basmak, hatta şarabı açmak. Her şeyi bırakıp bir anda katıla katıla ağlamaya başlayasım var hâlâ. 

Bu bahar tomurcuklanmadan kuruyan lalelerime serçeler konuyor. Müjgan terk edilmiş, mahzun, uysal bir köpek de olsa bir çocuk en nihayetinde. Evde canı sıkılıyor. Pencerenin önündeki kanepenin sırtına ön ayaklarını dayayıp yükselerek dışarıyı izliyor. Kumruları takip ediyor çocuksu bir şaşkınlıkla. Hepsi birden havalanınca ödü patlıyor. Adını Müjgan koydum; mahzunluğu, kirpiklerini kırpıştırması da adına uygun ama öyle çocuk, öyle günahsız ki birlikte ağlaşmaya el vermiyor gönlüm. Yine de ister istemez ortak ediyorum koyu kederime. Bende yaşam izine rastlayamayınca o da iç çekip kıvrılıyor bir köşeye. 

Günler geçiyor, birbirinin aynı. Müjgan'a rağmen aynı. Ülke olanca ağırlığıyla üzerime geliyor, tek başıma karşılamak zorundayım. Boğazda gördüğüm yunusları, balkonda gün batımını, linççi güruhları; tüm güzellikleri ve tüm çirkinlikleri tek başıma karşılamalıyım, "Bak" diyemeden. 

Tek tesellim bir işe yaradığına inanmak. Her şeyin yoluna girdiğine, en azından artık biraz olsun rol yapmak zorunda kalmadığı için aklının rahatlamış olduğuna, harikulade bir kadınla tanışmış olduğuna, öyle ki gülünce gözlerinin içinin güldüğüne... Buna değmesi için en azından birimizin gülüyor olması gerek çünkü. O da ben değilim. Birlikte yaparken mutlu olduğum ne varsa tek başıma yapmaya çalışıyor, her birinden ölesiye nefret ediyorum. 

13 Nisan 2019 Cumartesi

Baharçalan

Nisan yağmurlu geçiyor. Serin ve yağmurlu. Şikayet etmiyorum bundan, aksine memnunum havanın bana ayak uydurmasına. Oysa ilk iş perdeleri açardım evi mağara gibi bulunca. Yine de kapatmıyorum perdeleri. İçerim, dışarım, her yer karanlık nasıl olsa.

İlaç, sandığımdan çok işe yarıyormuş. Bir gün almayınca dengem şaştı. Acıma aydım daha doğrusu. Dün yeniden başladım o yüzden. Antidepresan mı, uyku ilacı mı, yoksa iddia ettiği üzere psikosomatik düzenleyici mi anlamadım ama her ne ise işe yarıyor demek ki. Gün içinde sersem gibi oluyorum, kafam pek çalışmıyor ama önemi yok. 

Nisan, mayıs... Bir yıl, sonra bir yıl daha... Beline kadar uzanan bembeyaz saçları örgülü bir kadın olacağım. Yine de yüzüme bakıp dehşet içinde "Hiç göstermiyorsunuz!" demeye devam edecekler. İçimde kalan sevgileri de göstermiyorum, görmek ister misiniz, dayanabilir misiniz? 

Dışarısı serin ve yağmurlu. Bu durum hiç ırgalamıyor beni. Bahara inanmıyorum çünkü. Ara sıra güneş açıyor, o arayla sıraya sarılıp "bahar" diyoruz bence. Bahar yok. Yalnızca duyduğum bu üşüme ve iç ürpertisi. Gün gelir farklı şeyler yazarım belki, o gün gelir umarım. Öfke ve merhamet doldurur içimi, başka hiçbir şeye yer bırakmaz. Değil mi ki ömür geçiyor, o gün de gelebilir pekâlâ. Fakat bu serin, yağmurlu nisan ayında üşüdüğüm kalacak. 

11 Nisan 2019 Perşembe

Avare Mustafa (1961)

İki gün önce Jean-Paul Belmondo'nun 86. yaş günüydü. Ben de bu vesileyle Belmondo'nun adını ilk duyduğum, varlığından ilk defa haberdar olduğum filmi paylaşmıştım ve film bir Belmondo filmi değildi, bir Kemal Sunal filmiydi: Devlet Kuşu (1980). Dün, izlemeyi uzun zamandır ertelediğim bir filmi izlerken, o filmin Orhan Kemal'in aynı adlı romanının ilk film uyarlaması olmadığını fark ettim. Dahası 20 yıl arayla çekilen iki uyarlamanın yönetmeni de Memduh Ün.




1980 çevrimi Devlet Kuşu'nun aksine 1961 çevrimi Avare Mustafa bir dram. All-star senaryo ekibi Memduh Ün, Halit Refiğ, Lütfi Ö. Akad. Ayhan Işık'ın canlandırdığı Mustafa'nın benzetildiği aktör de Belmondo değil, önce Raj Kapoor (o yüzden "Avare" Mustafa), sonra Tyrone Powell. Mustafa'nın sevgilisi rolünde kendi sesi, annesi rolünde kendi annesiyle Fatma Girik. Mustafa'nın dost mu düşman mı belli olmayan iki arkadaşı Semih Sezerli ve Suphi Kaner. 




Mustafa, İstanbul'un yoksul semtlerinden birinde annesi (Muadelet Tibet), babası (Salih Tozan), iki kız kardeşi (biri Panter Emel olarak bildiğimiz Emel Yıldız) ve erkek kardeşiyle yaşamaktadır. Orta okul ikinci sınıftan "belgeli" Mustafa "bir baltaya sap" olamamış, kendisine yönelik beklentileri karşılayamamıştır. Esasen kendi kendinden beklentisi altında ezilen genç adam iki serseri arkadaşıyla birlikte boş gezmekte, her akşam içmekte, eve yalpalayarak gelmektedir. Öte yandan komşu kızı Aynur vardır. Aynur Mustafa'ya âşıktır, hayatı onunla birlikte göğüslemeye hazırdır, öyle ki "kız başına" Mustafa'dan daha sağlam durmaktadır. 

Bir gün Zülfikar Bey adında kalantor bir adam (Mümtaz Ener) gelip mahalleden bir arsa satın alır. Densiz kalantor, mahallenin küçük kara kartallarının top oynadığı bu arsaya apartman dikecektir. Salih Tozan ve ekürisi Osman Alyanak bu adama hemen yanlarlar. 

Zülfikar Bey'in eşini Halit Akçatepe'nin annesi Leman Akçatepe oynuyor. Fakat asıl sürpriz, daha doğrusu bugünden bakınca tartışmalı oyuncu seçimi Zülfikar Bey'in zengin, şımarık ve "kara kuru" çirkin kızını oynaması amaçlanmış olan Çolpan İlhan. "Amaçlanmış" diyorum çünkü 1980 çevriminde Müjde Ar'ın kardeşi Mehtap Ar'ın hayat verdiği Hülya karakteri burada ne şımarık ne de çirkin. Bu yakıştırmalar yetmezmiş gibi dönemin güzellik normları uyarınca Fatma Girik göz doldururken Çolpan İlhan "sıskalığı" nedeniyle film boyunca aşağılanıyor. Hal böyle olunca izleyicide ufak bir isyan hareketlenmesi oluyor tabi. (Yalnızca Çolpan İlhan değil Vahi Öz ve Faik Coşkun da alışılageldik karakterlerinin dışında karakterlere hayat veriyorlar.) Tamam belki biraz şımarık ama ne kasten ayırıyor sevenleri ne de Mustafa'ya sevgisi haybeden. Ben ikna oldum şahsen. 

Film açıkça sınıfsal analizi çağırdığı halde uzun uzadıya film analizi yapacak değilim, yalnızca filmin izlenesi olduğu kanaatindeyim. Bence sırf bir romanın dram ve komedi uyarlamaları nasıl olur görmek için bile izlenir. Belki bu ara pek gülecek halim olmadığından, belki Ayhan Işık insanın gözünü okşadığından, belki de 1960'ların Yeşilçamı bende ev hissi uyandırdığından bilmiyorum, dram versiyonunu daha çok sevdim. 

Keşke birlikte izleseydik.