Bu aralar sabah 5-6 gibi yatıp öğlen 12-1 gibi kalkıyorum. Bildiği tanıdığı tek düzen kendi düzeni olan insanlara ters gelse de, bir düzenlilik arz ettiği için bu da bir düzendir. Hatta dün gece mojito ve uyku hapıyla sekteye uğratmaya çalıştım biraz ama bana mısın demedi. Zaten sonra kafamda kurup eğlendim: bir gün alkolle uyku hapının dozunu ayarlayamayıp uyuyacağım diye yanlışlıkla ölsem ne komik olur. Baya saçma olur. Ölünün arkasından “mal!” da denmez, intihara yorarlar kesin. Gerizekalı olarak hatırlanmaktansa böylesi işime de gelebilir. Zamanında ergen bir ruh fakat profesyonel bir üslupla kaleme aldığım mektup da on numara delil teşkil eder. Düşündüm de güncellesem fena olmaz. Uyku hapı satın alma fobimin özünde bu tatlı küçük potansiyel yatıyordu aslında, haptan değil kendimden korkuyordum. Şimdi pek öyle bir ihtimal görmüyorum. Alkolle alıyorum dediğim de doktor arkadaşımın gözetiminde. “Alıyorum bak, ölmeyeyim sonra?” Yoksa bende o göz var mı kuzum, aşk olsun.
Diyeceğim bu değildi, tabi ki saptım. Diyeceğim o ki öğlen 12-1 gibi kalkıp bilgisayarı açıyorum. Arkadaş listem sağolsun, sadece Facebook’ta paylaşılmış bağlantıları takip ederek bile ülkenin gündeminden haberdar olmam mümkün. Ona ek olarak oradan buradan okuduklarım neticesinde de bir tablo çıkıyor karşıma. Ben her sabah (öğlen) bu tabloya uyanıyorum. Daha gözlerimi açıp da mahmurluğumu üstümden atana kadar bir bakıyorum ülke karışmış. Her gün aynı şey. Gündemin sakin olduğu tek bir gün yok. O kadar şeyin arasında buna mı takıldın diyebilirsiniz ama ekşi sözlük yazarlarının ifade vermeye çağrıldığını okuyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Fettucine’ye ilan-ı aşk eden Sinan Çetin kadar tesir etti neredeyse. Bu ve bunun gibi bir takım bazı şeyler işte. Çüş desem tesiri yok, eeh desem gönül razı değil.
Bugün ilk defa güzel bir haber vardı gündemde: Hüseyin tahliye olmuş. Burnumun dibindeki Beşiktaş Adliyesi’ne gidip de bu sevinci paylaşamadığım için biraz homurdandım ama bunun hiçbir önemi yok. Hoş, buna da “adalet yerini buldu” denmez ki. Böylesine adalet bile denmez. Dört duvarın içinden çıkmış olmasına sevinebiliyorum ancak. Yok yere yattığı o bir buçuk yılı şimdi kim geri verebilir Hüseyin’e?
Böyle bir ülkede, bu gündemin ağırlığını sırtlamadan bir şeyler yazmak, herhangi bir şey yazmak bile o kadar zor ki. Magazin gazetecileri bu işi nasıl yapıyor diye merak ediyorum bazen. Yersiz hatta irrasyonel bir düşünce elbette. Bu düşüncenin ucu kendime de dokunuyor: Nasıl hala başka şeyler düşünebiliyorsun diye cırlıyorum kendime. Yani bana kalsa “bir dakika, her şey çok saçma ve çok boktan” diye sıkı yönetim ilan edeceğim. Yaz geceleri, rakı, balık, aşk filan hep yasak olacak. Bu sefer hepten boktanlaşacak hayat. Ona da hayat denirse. Belki de böyle tutunmaya çalışıyoruz. Yaz gecelerinde rakılı dost sohbetleriyle, aşkla sevdayla… yani bir şekilde. Bana kalsa “önce politika” deyip geri kalan her şeyi donduracağım. Hayatı kompartmanlara ayırmak mümkünmüş gibi. Politika, ekonomi ve toplumsal ayrı gayrı var olabilen şeylermiş gibi. Oturup sabahtan akşama kadar sadece politika tartışsak memleket kurtulurmuş gibi. Memleketi kurtarmak da göreceli halbuki. Kimine göre kurtarma; öbürüne göre terör, istismar, kara propaganda.
Hem…aksesuar gibi demokrasimiz var, neyi tartışıyorsun? Yavaş tartış. Meclise girecekmiş? Yavaş gir. Girebilsen de sokmazlar ama “tek yol sokak” deyince de kızarlar. Medyaya ne demeli? Ben kısacık ömrümde bu kadar küçüldüğünü görmemiştim. Gazetelerin televizyonların haberleri veriş şekli mide bulandırıcı. Ah benim demokrasime…
Utanıyorum doktora konusundaki endişelerimi dile getirirken. Utanıyorum içimden aşk hakkında, sevmek hakkında yazmak gelince. Hele ilişkiler hakkında geyik yapasım tutunca… Her şey bitti bu mu kaldı ayşec. diyorum. Memlekette her şey bitti; bir senin doktoran, bir senin tam takır kuru bakır gönlün kaldı değil mi diyorum. Her dert bitti de bu yaz balkonunda ağız tadıyla bir rakı içememiş olmak kaldı, öyle mi? Ama işte…hiçbir şey bitmiyor ki be. Bitmesini beklesek ömür geçer. Bir şey yapmalı, orası muhakkak. Herkes kendi meşrebince, ben kendi meşrebimce. Bir yandan da yaşamak, sevmek filan lazım be. Öfkeyi, nefreti üslup bellemiş eli kanlı insanların inadına bir ideoloji gibi sevmek, isyan gibi aşık olmak lazım. Öyle bir iktidar dönemindeyiz ki nefes almak bile direniş sayılır. Bana sensiz cennet bile…neyse.
O yüzden utanıp sıkılmayı bırakıp, bildiğim gibi yazmaya devam edeceğim. Değil mi ki bize göre aklımızın alabildiği, gözümüzün görebildiği her şey politiktir ve güç ilişkilerinden müteşekkildir. Özgürlüğün sınırlarının, üstünlük kompleksinden mustarip 15-20 takım elbiseli/cübbeli tarafından çizilerek her geçen gün biraz daha daraltıldığı bir ülkede hoşa gitmeyen fikirler dile getirmek, rahatsızlık vermek bir nevi erdemdir. Sizin alınız al, yemedim. Morunuz mor, yemedim. Tanrınız büyük, inanmadım. Siz kimsiniz ki benim dengemi bozacaksınız.
sevgili ayşec.
YanıtlaSilçok başarılısın yazmada..
gerçekten..
ironisiz? cidden mi?
YanıtlaSilçok teşekkür ederim ezgi.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBoşverin be hocam, hatasız kul olmaz. Ben de yine uykunuz mu kaçtı, hayrola bu saatte diyecektim ki susuz giden 70'lik yeterli bir cevap oldu. Afiyet şeker olsun..Bilahare konuşuruz bu adalet meselesini.
YanıtlaSilİyi geceler efendim :)
Yorumların sadece kötü yazılmış olması sebebi ile tarafımdan kaldırıldığını belirteyim önce. Özetle: Kafam bir milyon, ömrümün yarısını bu adalet meselesine takmış biri olarak, sabaha bırakıyorum yorum hakkımı yazıyordu. Daha doğrusu yazamamışım.:)
YanıtlaSilAlkolün şehveti ile bu iddialı lafı etmişken, şu anda ayılmış(?), kahvem önümde ayılmanın yanına uyanmayı da katık etmeye çalışır bir şekilde ekrana bakıyorum. Ömrümün yarısı geçti. 87'den bugüne kadar; hatta daha fazlası,matematiğim zayıftır. Adalet, sakız niyetine çiğnenen kelimedir. Şu anda düşünüyorum da, insanın benliği adil değil ki. Öyle olsa, Habil-Kabil hikayesinde madem ilk taammüden canidir KAbil, cezalandırılması gerekmez miydi? Oysa, hiçbir zaman cezalandırıldığı anlatılmaz Tevratta. Kuran'da ise önce cezalandırılır ( Ceza da lanetlenmektir; o kadar)ama sonra affedilir. O zaman? İnsanlar için "saf adalet"in hiçbir zaman, anlamı yok. Adalet kişisel tatmin ve haklılığın kutsanmasıdır sadece. Saf olmayan bir şeye tanımlama yapabilir miyiz Sosyolog hanım? Verdiğin haber linkinin altına bak, yorumlara yani. İnanmıyorum ben. İnançsızlığımı tescilleyebildiğim tek alandır adalet. Yok öyle bir şey, insanların uydurduğu bir kelime. Galiba vicdanı rahatlatma aracı. Misal dün akşam, iki dakika önce kıkır kıkır balkonda lafladıkları bir kadının arkasından tüm kıskançlık ve ahlaksızla (wonderbra ölçülerinin farklılığının yarattığı bir kıskançlıkla) 40 ını devirmiş kadınlar atıp tutabiliyordu. Belki de yargılmayın kardeşim dedikçe ben, ters ters bakıyor olmalarından dolayı içerken abarttım. İnançsızlığım tescilli. Yok adalet madalet. Olup da, uygulanmayışından değil, hiç olmadığından.
Bize de adaletin hakla hukukla uzaktan yakından ilgisi olmadığını öğretmişlerdi, bu da sizin söylediğinize denk düşüyor sanırım. Saflığı katışıklığından ziyade en başta yokluğundan mustaribiz. Mustaribiz dediğim -geniş anlamıyla- iktidarın işine geldiği gibi kullanmasından.
YanıtlaSilhttp://www.ntvmsnbc.com/id/25226723/
YanıtlaSil