8 Haziran 2011 Çarşamba

Life's but a walking shadow

Aslında ne garip değil mi? Düşünerek yaşamaya devam edemeyeceğimiz düşünceler var; aklımızın gerisine fırlatıp atmazsak adım atmayı, yürümeyi bile bize unutturacak. Ucunda ölüm olan yollara göz ucuyla bakmak, bize “ucunda ölüm yok ya” demeyi öğreten. Yolun ucunda gördüğümüzü aklımızda tutarak yaşayamıyoruz. Her ölümde ya da ihtimalinde bizi dehşete düşüren şey kaybetme korkusu olduğu kadar kaybolma, yok olup gitme korkusu. Kendi yokluğumuzun aynadaki yansıması tüyler ürpertici. Arabesk şarkılar haricinde yaşarken ölemeyeceğimize göre, kaybetme korkusu aklın yüzeyine en yakın olan. Nasıl büyük ve çaresiz bir his, nasıl büyük bir çaresizlik. Oysa ki en ümitsizimizin bile gönlü elvermiyor çaresiz yaşamaya, tutunuyor. Biliyorum, insan, eksikliği üzerine kurar varlığını. Biraz buna benziyor kaybettikçe çoğalmamız. Evet, artıyoruz çünkü artmak zorundayız. Her kayıpta bir parçamızı bırakırsak çok sürmeden yok oluruz. Artmak, çoğalmak zorundayız. Yani gülmek, gülümsemek. Aptal bir gülüşümüz olsa bile gülmek. Başka çaresi yok. Başka türlüsü elimizde değil. Tanatos’la Eros’un savaşında son gülen hep Eros olduğu için hala buradayız.

Bastırarak yaşamaya çalıştığımız şeylerin hayatımıza en ilişkin şeyler olması ne garip değil mi? Belki de bizi biz yapan şeyler zaman içinde öyle ağırlaşıyorlar ki onları da kendimizle birlikte taşıyamaz, yerimizden kıpırdayamaz oluyoruz. Adım atabilmek şöyle dursun, mıhlanıp kalıyoruz olduğumuz yere, çöktükçe çöküyor, dibe battıkça batıyoruz. Çaresi yok, düşünmeyecek, böylece koparacağız o ağır düşüncelerin aklımıza bağlı iplerini. Küçük tatlı varoluşsal kaygılarımızın bizimle kalmasına izin vereceğiz sadece. Bir sabah bir de bakmışız, o atabilmek için nice düşünceyi geride bıraktığımız adım alıp kurtarmış, çekip çıkarmış bizi batmakta olduğumuz yerden. Atmak için uğruna aklımızın iplerini saldığımız adım alıp uzağa götürmüşüz bizi o ağır, çaresiz ve kasvetli düşüncelerden.

Peki o kadar düşünce nereye gider? Belediye toplamıyor ya bunları. Ya da sahiden gidiyorlar mı acaba? Yürüyerek uzaklaşabiliyor muyuz kayıplarımızın düşüncesinden? Bir ölüm bir ayrılık, öyle kolay bırakır mı yakamızı? En mağrurumuz bile merhamet dilenir bu acı karşısında. Yıllar önce ölen bir sevdiğiniz hiç gelmiyor mu aklınıza yolda yürürken ya da mutfakta, yemek yaparken? Bardağa su koyarken, koymayıp şişeden içerken ya da kapının koluna uzanırken? Ne kaybolup gitmiş ki boşlukta bu gitsin.

Bunu meslek edinmiş kimileri iyi bulmaz bir insanın eski bir kayıp üzerine durduk yere ağlamasını gün içinde. Oysa kimileri için eskimez bazı şeyler, sadece birikir. Ölümler, ayrılıklar ve aklınıza gelebilecek her türlü kayıp. Anahtar, cüzdan, çakmak…bir akraba, bir aşk, bir tanıdık. Gidenlerin hiçbiri geri dönmese bile bir ölümün çaresi yok. Tesellisi yok, telafisi yok. Bir yokluk ki hakkında yapılacak hiçbir şey yok. 


3 yorum:

  1. ne güzel yazı...
    kaybolduğumda, kafamdan atmaya çalıştığım düşünceler bana kendi varlığımı unutturduğunda tekrar tekrar açıp okuyacağım bir yazı...

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim. bazen dakikalarca boş sayfaya baktığım oluyor, bazen de böyle, onca işin arasında, sanki bu anı kolluyormuş gibi dökülüveriyor.

    bilmem varlığımızı hatırlamaya yarar mı -keşke yarasa- ama "bizim de ağıdımız böyle işte".

    YanıtlaSil
  3. ne güzel bir yazı, ne müthiş bir sahne...
    evet gün içinde gelir aklıma yıllar önceki kayıplarım bile ve yazıyı okurken yine belirdiler.
    ve hatırlamak güzel...

    YanıtlaSil