Yok artık, ergenliğin bu kadarı da fazla diyerek uçurdum son yazımı. Kendi ellerimle kendimi Tarkan görmüş şabalak genç kız pozisyonuna düşüremem. Yani düşürürüm de bunu kimsenin bilmesine gerek yok. "Oha amma salağım" diye ballandıra ballandıra anlatma isteğim bazen karşı konulmaz olsa da karşı koymalıyım. Sonra "valla anlattığım kadar aptal değilim" desem kim inanır? (Valla değilim!)
Güzelliklere karşı duyarlıyım diyelim. Dün o yüzden biraz heyecanlanmış olabilirim. Biraz? Dog Whisperer'daki neşeli köpekler gibiydim be! Beni yerimde zıplayıp el çırpmaktan alıkoyan tek şey ise yaşımın 26 olmasıydı. Çıtır desen değil orta yaş desen değil, saçma sapan bir yaş. Garson boy gibi bir şey, uygun davranış kalıbını kestiremiyorum bazen. Davranmıyorum ben de.
Dün yaşadığım o an da bir kitlenip kalma, nasıl davranacağını kestiremeyince davranmama anıydı işte. Adriana Lima'nın masanıza gelip ateş istediğini ve sizin, kadının yüzüne bile bakmadan, "sigara kullanmıyorum" dediğinizi düşünün. Öyle bir an. Hayat bana beklediğimden fazlasını verince bu fazlalıkla ne yapacağımı bilemeyip saçmalıyorum resmen. Çok bir beklentim yoktu. O sadece dursun, ben uzaktan izleyeyim öyle. Yan masamızdaki arkadaşının yanına uğradığında bize de rakısını uzatarak şerefe yapması filan... bunlar beni aşar, nitekim aştı. İnsanda öyle göz olur mu ya? Hadi oldu diyelim, insan insana öyle bakar mı? Tanrı var mı lan yoksa?
Adam zincirleme reaksiyon başlattı resmen. David Tennant'a, hatta Oleg Menshikov'a duyduğum aşk da kabardı. Ben aşk mı dedim? Estetik beğeni. Gerçi Oleg'in yaşlanışından memnun değilim. Yıllanmak yaramadı ona. O gülen gözlerin feri gitmiş resmen. Göz dediğin zeytin gibi olacak, ışıl ışıl gülecek. Gerisi boş, vallahi boş. Gülmek sadece bir kas hareketi olmamalı. Gülen insan, içini ısıtmalı insanın, bir gülüşüyle yaşamayı sevdirmeli. Öte yandan somurtmak yakışıyor David Tennant'a. İçini kasvet kaplamıyor insanın. Yeni oyununda bol bol somurtuyordur, eminim. Benedick ve Beatrice'in birbirlerine aşık olduklarını anlayana kadar süren sözlü kapışmaları epey şiddetli geçer çünkü.
İnsan insanı beğenir canım, ne var bunda bu kadar utanacak. Bir özür dilemediğim kaldı. Ergenlikse ergenlik arkadaş, adamı görünce elim ayağıma dolaştı. Gözlerimi alamayıp salak gibi yakalandım bile. Yıllar önce İstiklal'de yine böyle göz göze gelmiştik. O hatırlamaz tabi, ben hatırlarım. Ben biriktiriyorum o anları. Adamla göz göze olduğum saniyeleri ucuca ekleyip küçük bir mutluluk inşa ediyorum arka bahçemde. Kaçak inşaat. Sis ve Gece'yi almıştım ta ne zaman da hasedimden izleyemedim hala. Öyle o derece.
İşte böyle sayın okuyan. Aptal mıyım akıllı mıyım bir emin olabilsem ben de rahatlayacağım. Arada akıllıymış gibi konuşup yazdığım oluyor, öyleyken seviyorum kendimi. Hep öyle akıllıymış gibi kalmak istiyorum ama çok sürmüyor. Halbuki bu ara çok ihtiyacım var aklıma. Birkaç gün içinde bir doktora tez önerisiyle gelmeliyim. Bir konu buldum ama muallaktayım. Fikri olan?
Güzelliklere karşı duyarlıyım diyelim. Dün o yüzden biraz heyecanlanmış olabilirim. Biraz? Dog Whisperer'daki neşeli köpekler gibiydim be! Beni yerimde zıplayıp el çırpmaktan alıkoyan tek şey ise yaşımın 26 olmasıydı. Çıtır desen değil orta yaş desen değil, saçma sapan bir yaş. Garson boy gibi bir şey, uygun davranış kalıbını kestiremiyorum bazen. Davranmıyorum ben de.
Dün yaşadığım o an da bir kitlenip kalma, nasıl davranacağını kestiremeyince davranmama anıydı işte. Adriana Lima'nın masanıza gelip ateş istediğini ve sizin, kadının yüzüne bile bakmadan, "sigara kullanmıyorum" dediğinizi düşünün. Öyle bir an. Hayat bana beklediğimden fazlasını verince bu fazlalıkla ne yapacağımı bilemeyip saçmalıyorum resmen. Çok bir beklentim yoktu. O sadece dursun, ben uzaktan izleyeyim öyle. Yan masamızdaki arkadaşının yanına uğradığında bize de rakısını uzatarak şerefe yapması filan... bunlar beni aşar, nitekim aştı. İnsanda öyle göz olur mu ya? Hadi oldu diyelim, insan insana öyle bakar mı? Tanrı var mı lan yoksa?
Adam zincirleme reaksiyon başlattı resmen. David Tennant'a, hatta Oleg Menshikov'a duyduğum aşk da kabardı. Ben aşk mı dedim? Estetik beğeni. Gerçi Oleg'in yaşlanışından memnun değilim. Yıllanmak yaramadı ona. O gülen gözlerin feri gitmiş resmen. Göz dediğin zeytin gibi olacak, ışıl ışıl gülecek. Gerisi boş, vallahi boş. Gülmek sadece bir kas hareketi olmamalı. Gülen insan, içini ısıtmalı insanın, bir gülüşüyle yaşamayı sevdirmeli. Öte yandan somurtmak yakışıyor David Tennant'a. İçini kasvet kaplamıyor insanın. Yeni oyununda bol bol somurtuyordur, eminim. Benedick ve Beatrice'in birbirlerine aşık olduklarını anlayana kadar süren sözlü kapışmaları epey şiddetli geçer çünkü.
İnsan insanı beğenir canım, ne var bunda bu kadar utanacak. Bir özür dilemediğim kaldı. Ergenlikse ergenlik arkadaş, adamı görünce elim ayağıma dolaştı. Gözlerimi alamayıp salak gibi yakalandım bile. Yıllar önce İstiklal'de yine böyle göz göze gelmiştik. O hatırlamaz tabi, ben hatırlarım. Ben biriktiriyorum o anları. Adamla göz göze olduğum saniyeleri ucuca ekleyip küçük bir mutluluk inşa ediyorum arka bahçemde. Kaçak inşaat. Sis ve Gece'yi almıştım ta ne zaman da hasedimden izleyemedim hala. Öyle o derece.
İşte böyle sayın okuyan. Aptal mıyım akıllı mıyım bir emin olabilsem ben de rahatlayacağım. Arada akıllıymış gibi konuşup yazdığım oluyor, öyleyken seviyorum kendimi. Hep öyle akıllıymış gibi kalmak istiyorum ama çok sürmüyor. Halbuki bu ara çok ihtiyacım var aklıma. Birkaç gün içinde bir doktora tez önerisiyle gelmeliyim. Bir konu buldum ama muallaktayım. Fikri olan?
akşamki yazı daha samimiydi. yani sabahki. samimiyet aptallık mı? galiba yerine ve zamanına göre öyle. konuya gelince, ben olsam kapitalizmin eğitim ve sağlık sistemini ticarileştirerek toplumu bir kanser gibi kemirmesini yazardım. ama sosyolojiden hiç anlamam :-)
YanıtlaSilyakalanmışım yani. utandım şimdi. o kadar da kural koydum kendime, bir bira bile içmiş olsam açmayacağım şu bilgisayarı diye. gene dayanamadım. bazen çok utanıyorum samimiyetimden. büyüme belirtisi midir nedir anlamadım. samimi olmamak çok yorucu geliyor oysa. hem yoruculuğundan hem de eğreti durduğundan olacak iki birada çözülüveriyorum. tamam, beş :)
YanıtlaSilkonu önerisi için de teşekkürler (:
Küçük bir dedikodu: Uğur Polat, içtiğinde sapıtır. Yani çok içtiğinde. O dereceki, millet ay inanmıyorum sizi tanıdığıma bile der. Oysa, ne kadar tanıyorlar ki? O da bir insan sonuç itibarı ile. Adrianna Lima masaya gelecek ve çakmak isteyecek.. Sigara kullanmıyorum demem ama muhtemelen suratına bile bakmadan çakmağı uzatırım. Ne bakıcam? alt tarafı bir çakmak istiyor işte.(yalan tabii. Kadının muhtemelen çakmak aramasına gerek kalmaz.Sigarayı bana tutsun yeter, anında yanar.) O yüzden fazlaca içmek sorun olmaz. Gelelim, kapanma meselesine. Her kapananın duvarlarını aşmak için sebat eden Don Kişotlar çıkar her daim. Aşar ya da aşamaz o Don Kişotların sorunu. Ama bana soran olursa, -ki olduğunu sanmıyorum ama olsun yazmama engel değil bu durum- içe kapanma diye bir şey yoktur. İmza: Bir zamanlar fena halde attan düşen Don Kişot.
YanıtlaSilutanılacak birşey yoktu bence
YanıtlaSilKüçük dedikodunuza verdiğim tepki -dün geceki şabalak ifademin aynısıyla- "ne kadar çok ortak noktamız var!" oldu (: Şaka bir yana belliydi zaten. Belki biraz da bundandır kendisini uzaktan sevmeyi tercih edişim. Malum, tablolara belli bir mesafeden bakmak lazım gelir.
YanıtlaSilSildiğim yazı size de yakalanmış, anlaşıldı. Hem ben size sorarım, siz yazın lütfen. Tecrübeye saygım sonsuz. Haklısınız, kapanmaya ben de inanmıyorum ama bir Don Kişot şart gibi görünüyor.
Utanmam okuyana da bağlı biraz. Attan düşen Don Kişot'umdan utanıyorum en çok. Sen o kadar uğraş, emek ver ama bu kadından cacık olmadığı gibi bir de içine kapansın, elini eteğini çeksin her şeyden. Bir sevme, sevilme eşiği ki hangi Don Kişot'un gücü yeter bilmiyorum. Atlı kazaları önlemek için komple elektrikli tel çektim ben de. Temiz :)
muhteşem yüzyıl başladı. nigâr kalfa'yı seyredeyim de gözüm gönlüm açılsın :-)
YanıtlaSil