İyi Pazar’lar, güzel hatıralar dilemiş okuyucusu olduğum bir blog. Anne tarafımdan aldığım genetik kodumu seveyim, sıradan bir günüm flashback kolajı gibi geçtiğinden daha bir sevdim bu dileği. Dertlerimin dünya tarihi içinde kapladığı yeri fark ettiğim gün geldi aklıma. Çocuğum daha. Gene aşığım tabi, ölüp bitiyorum. Çok acı çekiyorum, çok, öyle böyle değil. Tam da o sıralar devrim tarihiyle mi tanışıyorum, dünya tarihiyle mi ne, feleğim şaşıyor. O ilk farkındalık anını hiç unutmadım: Savaşlar, devrimler, katliamlar oluyor bu dünyada. Bense sümüklü oğlanın teki beni sevmiyor diye kendimi yerden yere atıyorum. İnsanlık tarihi nitelik olarak da, nicelik olarak da dehşete düşürüyor beni, zaten küçüğüm iyice küçücük hissediyorum kendimi (Hele Deniz'lerin varlıklarını bir halkın bağımsızlığına armağan etmiş olmaları karşısında oturup ağlıyorum). Bu küçüklük hissini lehime kullanmayı öğrenmeye çalıştım zaman geçtikçe. Dert edindiğim şeyleri aklımın alabileceği en geniş bağlamların içine oturtarak düşünmek ve silkinip kendime gelmek için çaba sarf ettim. Anneannesinin Ayşe’si işte... Bir şeyi dert eder, büyütür de büyütürüm içimde. Bir anlamı varmış gibi.
Son birkaç haftadır seçim yüzünden gerginim. Bunu mu dert ediyorsun da diyemiyorum kendime. Kelebek kadar ömrüme doğrudan sirayet edecek olmakla birlikte hayatımdan çok daha büyük bir şey bu ve etki etme olanağım çok kısıtlı. Kaşeyi basınca gerginliğim de biter sandım ama sonuçlar belli olana kadar beraberiz, anlaşıldı. Daha önceki seçimleri hiç bu kadar içselleştirmemiştim. Belki de kendimi hiç bu kadar tehdit altında hissetmediğim içindir. O günleri yaşayan insanların ’80 sonrasıyla kıyaslayıp bugünleri daha vahim bulması daha da endişelendiriyor beni. Kendime yakıştırmakta zorlandığım derin bir öfke kök salıyor içimde. Katille katil olacak halim yok, kendimi yiyip bitiriyorum.
Mendil kadar olmadan zarfa girmeyen, çarşaf kadar oy pusulasında bağımsız adaylara lütfen ayrılan yeri görünce inanamadım. Halbuki iyiden iyiye zorlaştı bir şeylere inanamamak, “yok artık” demek. Misal, seçimden bir gün önce Ataşehir’de uçuşan mühürlü oy pusulalarının görüntülerini bile sükunetle izledim. Ne bir şaşkınlık, ne bir yadırgama. Bu halim(iz) beni asıl ürküten, bu kanıksayış. Estirilen bu “birinci belli, ikinci kim” rüzgarında serseme dönüp mutlak yenilgiye kani oluşumuz.
Ya bu diyardan gidecek ya bu her yanı eğri deveyi güdeceğiz, öyle mi? Bu bir seçim mi şimdi? Dincilerin tek partili iktidarının tek alternatifi milliyetçilerin koalisyonu mu (CHP-MHP-BDP)? (“Dinci” ifadesinden hoşlanmıyorum esasen, fakat daha sofistike bir tanımı da hak etmedikleri kanısına vardım artık.) Din ya da ulus ekseninde siyasete alternatifimiz gerçekten yok mu? %10 seçim barajının altında kalanın canı çıksın’la temsil edilmiş mi oluyorum? Peki 12 Eylül yargılanmış mı oldu şimdi? Siyaset sahnesinde insancıl bir insan görme özlemimizin tümünü Sırrı Süreya’nın omuzlarına yüklemiş olmamız ne kadar sağlıklı? Bu akşam neyle karşı karşıya kalacağız? CHP %30’u geçebilecek mi? AKP %50’yi bulacak mı? Bu eşek sudan artık gelecek ve bu deve bu diyardan artık gidecek mi?
sevgili ayşe,
YanıtlaSil"aziz sen ne nesin?" oyununu izlemiş miydin?
"aziz sen nesin?"?
YanıtlaSilizlemedim.
haklısın, yanlış yazmışım:)
YanıtlaSil"aziz sen nesin", bakırköy büyülü sahne'de oynamıştı. ustanın eserlerinden derlenen bol taşlamalı, danslı, şarkılı keyifle izlenen kabare idi.
bi bölümde geçiyordu "du bakali ne olacak?" ataleti.. çok güzel yansıtılmıştı.
google'ladım da aynı şeyden bahsettiğimizden emin olmak istedim sadece (:
YanıtlaSilküçükken bir yaz, içinde bu hikaye de olan bir kitabını okumuştum. oradan biliyorum ben de. oyununu da izlemek isterdim.
alıntılamak için fırsat eksik olmuyor maalesef.