24 Eylül 2010 Cuma

Ankara-İstanbul

Çok güzel bir akşamdı. Bundan sonra hep kutlayacağım doğum günümü. Kutlamadığım senelere yazık demeye dilim vardığından değil. Şimdiki halimi alabilmem için, son üç seneyi nasıl geçirdiysem öyle geçirmem gerekiyordu. Kaybettiklerime odaklandım hep. Oysa dün ilk defa, kazandıklarım gülümsedi yüzüme. Kaybımın yası öyle bürümüş ki içimi… (terminolojiye gel, psikiyatrik değil edebi haspam).
Ferzan ışıkları vardı renkli renkli; güzel güzel mezeler vardı…sonra, rakı içtim bol bol. Hediyeler almışlar, ben doğduğum için sadece, varım diye. Pasta bile almışlar sinsice. Hem de tam sevdiğim gibi. Hem de “iyi ki doğdun ayşec.” yazıyordu üstünde. Beyaz bir kalbin üstünde yazıyordu, yedim o kalbi ben (Çocuk Kalbi gibi ama besin değerleri yüksek Ayşec. Kalbi bu).
Her birinin onar seneyi temsil ettiğinden şüphelendiğim üç mum vardı pastada. Ne zaman ki yaktılar o üç mumu ve “ayşec. dilek tut!” dediler, bir tek o zaman gölgelendim biraz. Topu topu bir tane vardı, onu da yitirmiştim işte. Kendime yeni bir dilek bulmak için durup düşündüm bir kaç saniye. Kariyer geçti aklımdan, kitabım çıksın filan… kalbin kesmedi kendini mi yiyorsun ayşec. dedim, dosdoğru dile işte. Aşık olmayı diledim.
Tunalı’da ay dolunaydı. Tam beş yıl önce giydiğim siyah elbisem vardı üstümde. Musıki çalıyordu, tam sevdiğimden. Yani istesem oturup ağlayabilirdim senelerdir yaptığım gibi. İstemedim. Bir oradaki bir buradaki arkadaşıma sarılıp, benim için hiç de sıradan olmayan bu doğum gününü nasıl unutulmaz kıldıklarını anlatabilmek istedim teşekkür üstüne teşekkür etmek yerine. Dilim dönmedi ama anladılar bence. Musıkiye teslim olup birkaç sefer uzaklara dalacak oldum, anında kendime getirdiler. Hatta bunun için beni tutup boğazımdan aşağı rakı dökmek de gerekse kaçınmadılar diyebilirim.
Kalan son masaydık. Son yudumu alıp ve yirmi beş yılımı geride bırakıp kalktım masadan…


Kızlara not: Ne kadar zeki, esaslı hatunlar da olsak bu işler söz konusu olunca aslında birbirimize verecek aklımız olmadığı, hatta sekizimizi toplasan bir akıl etmeyeceğimiz malum. Mesele de bu değil zaten. Hepimiz ayrı ayrı zor kadınlarız. Bazen kırıp geçiriyoruz birbirimizi, uzağa düşüyor ya da uzak duruyoruz gerektiğinde. Ayrı kıtalara, ayrı hayatlara savrulur gibi oluyor sonra gene buluşuyoruz bir evde, bir sofrada. Seslerimiz birbirine karışıp dolduruyor bulunduğumuz yeri. Beyler gelip geçti, gelip geçiyor hayatlarımızdan, biz birbirimize kalıyoruz günün sonunda. Ailemize elbette kalıyoruz; yeri geliyor küçük kızlar gibi sarılıp ağlıyoruz da git gide benzediğimiz annelerimize. Onları dışında tutmak istediğimiz dertlerimizi ise gene birbirimize bölüştürüyoruz. Biz, içine doğduğumuz değil parçası olmayı seçtiğimiz bir aileyiz artık. Ve ben, yanımda olduğunuz için çok şanslıyım. Bunu bildiğimi bilmenizi istedim sadece…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder