18 Temmuz 2010 Pazar

Bazen Hepsi Çok Saçma Geliyor

“Sakın” dedi gözlerini kocaman açarak, “kesinlikle duymamalı bunu”. Gülerek “tamam” dedi arkadaşı.
Sarıyer sahilini baştan başa kat eden otobüsün dörtlü koltuklarında oturuyorduk. Müzik dinlemek ya da kitap okumaktansa dışarıyı izlermiş gibi yapıp kızları dinlemek daha cazip gelmişti. Dinlediğimi biliyor, aldırış etmiyorlardı. Hatta yorum yapıp muhabbete dahil olsam kimse bunu yadırgamayacakmış gibiydi.
“Kaç ay oldu, 5 mi?” diye sordu arkadaşı. Hayır 4 aydır beraberlerdi, gene de duymamalıydı bunu. Söylerken bile sıkıntılıydı zaten. İki koltuk ötelerinde olsam ve arkadaşı onu gülerek dinlemiyor olsa dert anlattığını düşünebilirdim. “Aşık oldum” diyordu halbuki. Hakkı var, az dert sayılmazdı ama ne zaman korkunç bir sır bellemiştik bunu? Sevdiğimize onu sevdiğimizi aşikar etmekten ne vakit imtina eder olmuştuk? Arkadaşını boşboğazlıktan men ederken ne arkadaşı ne de ben yadırgamıştık bu isteğini. Üçümüzün de paylaştığı bir ön kabuldü bu. Kızlar benden gençti belli, ama kendilerini koruyacak bu bilgiye de vakıflardı.
Ne kadar da savunmasız kalıyoruz sevince. Bir garddır, zırhtır tutturmuşuz. Ya kendimi koruyayım derken içinde çürüyoruz ya da çırılçıplak kalıyoruz. Ortayı bulması müşkül mevzulardan ne de olsa. Bir insanın elini ya tutarsın ya tutmazsın. Hayatı monolitik, dikotomik tik tik tik algılamaktan kaçınan, seneler var ki algısını bu yönde eğiten bir insanın samimi itirafı bu. On numara post yapısalcıyım bacım, ama yapı gibi sökülmüyor sevda. Söksen dikilmez, bin türlü derdi var.


Gülümseyerek “anlıyorum” dedi kız. Ortak hikayelerinin akıbeti eskiz olarak kalmaktı. Buna karar kılan güzel çocuğun gözlerinin içine, kendisi için manevi değeri olan fakat kaybettiği bir şeyi arar gibi, anımsayamadığı bir şeyi bulup çıkarmak ister gibi bakarken gülümsüyordu hep. Ne gülümsemek ne de anlamak istiyordu aslında. İkisini de elinde olmadan yapıyordu. Ancak gülümseyerek anlamaktan mustarip bir başka kadın çıkarabilirdi bunu bulunduğum mesafeden. Ayaklarının hareketi, vücudunun duruşu, boynunun açısı ele veriyordu onu. Halbuki eskizler çoğunlukla daha güzel olurlar asıllarından. Kara kalem yıllarımdan bu kalmış aklımda.


Balkon masasını siliyordu. Bira lekesi ve sigara külü evvelki akşamın muhabbetini getirdi aklına: “Ne güldük be”. Oysa ağlamaktan şiş gözlerle uyanmıştı sabah. Davetsiz birkaç satır tuzla buz etmişti içini. Sarsılırken yıkılacak gibiydi. Evin içinde yürürken her an düşüvereceğini hissediyordu. Ayakta durmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Bu güçsüzlüğüne küfür bile edemeyecek kadar güçsüzdü. Sert bir kahve alıp bir de öyle ziyaret etti merhametsiz satırları. Uzun müddet duvarı izledi. Düşmeyeceğine kanaat getirdikten sonra birkaç volta attı evin içinde. Aynada yüzüne baktı. Baktı. Baktı. “Bu ben miyim” dedi. “Ben bu muyum”. Mutfağa gidip bezi ıslattı, balkona çıktı. Rutubetli, loş bir oda gibi olan içine inat gözünü aldı mütecaviz yaz güneşi. Kafasını kaldırdı masayı silerken, denizle göz göze geldi. Payetli gece elbisesiyle gözden kaçması mümkün olmayan güzel bir kadın kadar göz alıcıydı. Gülümsedi. Nasıl biter aşk, nasıl devam eder hayat sorusuna bir cevap almış gibi hissetti kendini. Hükmü güneş batana dek sürecek bir cevap.


Uykulu, şiş gözlerini araladığında köprüden geçiyordu otobüs. Her zamanki gibi konuştu onunla. “Gitmeye ihtiyacım var. Artık biliyorum insanın kendinden kaçamadığını. Kaçmıyorum o yüzden. Çok sürmez, döneceğim. Bari sen özle beni olur mu, arada bir meraklan nerede kaldı bu kadın diye. Kime olacak, elbet gene sana döneceğim. Kimse değil beni gene sen basacaksın bağrına, biliyorum. Susup sarılacaksın sıkıca. Sen bırakmayacaksın. Görüşürüz güzelim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder