27 Temmuz 2010 Salı

Gündüz Kabusları

Uyandım.

Ama kabus değilmiş. İşte hala orada.

Yerli yerinde. Hiç kıpırdamamış.

İçtim, içtim, içtim…uyudum. Uyandım. Bu bir işe yaramayacak sanırım. Ölüm var. Gitmiyor.

Şimdi ne yapmak lazım? Daha mı çok tutunmalı yoksa lanet edip bırakmalı mı her şeyi? Biliyorum ilki ama gönlüm ikincisine kayıyor. Gene de bırakmıyor, sadece lanet ediyorum.

Her şey tam sevdiğim gibi. Kumsalda bir akşam. Dalgaların hemen bittiği yere kurulmuş masaların birinde oturuyoruz. Dalgaların sesi, ayaklarıma dolanan kedi yavrusu, renkli ışıklar ve dolunay. Durmadan esen deniz tuzlu rüzgar, sonra gene dalgaların sesi. Bir yudum daha alıp gözlerimi kapatıyorum. Sadece dinlemek için.

Dünya kalacak, sen gideceksin. Öyleyse ne bu çocukluk. Bir kere de yetişkin gibi davran be kadın. Kalıbına bakmadan diklenmesini biliyorsun polise jandarmaya. Buna da diklen. Kes artık sessiz sessiz ağlamayı. Çekme burnunu da, kıpkırmızı olmuş zaten.

Sek rakı içtim. Geçmedi. Geçecek bir şey olsa rakı işe yarardı. Geçmeyecek demek ki.

Bir daha göremeyeceğim diye bencilce üzülüyor insan. Bir daha bunları göremeyecek diye de üzülüyor.

Sonra üç dört yaşlarında, uzunca saçları dağınık bir kız çocuğu yanına gelip “bu ne” diye soruyor. İleriki yıllarda yükleyeceği türlü çeşit anlamdan eser yok bu soruda, safi merakla parlıyor bir cevap bekleyen gözleri. Oysa demin de yönelttiği “bu ne” sorusuna verdiğim “sopa” cevabını beğenmeyip, “hayır, baston” diyen de aynı ukala küçük kadın. Yok bu sefer sahiden bilmiyor, ukala büyük kadına cevap yapıştıramayacak. Daha bir özgüvenle gülümseyerek cevap veriyorum ben de: “Halhal”.

Bak işte bir döngüyüm ben diyen hayatın argümanını son derece güzel, akıllı ve sevimli buluyorum fakat şu an için yeterli değil. Gitmeyince gitmiyor.

Bahçeye gittik babamla. Akşam yemeği için sebze toplamaya. Patlıcan topladık biraz, biber filan. Reyhanla naneyi sıkı sıkı tutan elim mis gibi koktu. Tam bamyalarla mısırların arasından geçerken bir rüzgar esti, üçümüz de uyum içinde o yöne doğru eğildik. (Dikkat, metafor çıkabilir) Sonra babam domateslere bakıp “bu domatesten iyi salça olur” dedi. Üstüme alınıp güldüm. Sahiden dedi bunu ve sahiden güldüm ben. İçimizde sahi olmayan tek şey o mis gibi bahçe domatesiydi. O yalnızca bir metafor artık. Arada bir çıkıyor, gülüyorum ben de. Gülüyorum ama eski romanlarda çalan telefonlar gibi acı acı.

Var. Her şeyin aşkla ilgisi var. İnanıyorsam bir buna inanıyorum. Ömrü uzatıp kısaltıyor, yaşamaya değer ya da değersiz kılıyor. Yaşamak dediysem, düdük makarnası gibi değil, aşkla sevdayla. Öyle yaşayınca da ölesi gelmez ki insanın. Diklenir ama. Küfrünü basar öyle gider. Gitmese gene de. Bırakmasa bizi. Ayrılık olmasa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder