31 Temmuz 2010 Cumartesi

Ellerimiz

Nazım demiş ya hani ben sensiz de yaşarım ama seninle bir başka yaşarım diye, o hesap. İstediğin kadar barışık ol kendinle, dünyayla; istediğin kadar sevmeye teşne ol her şeyi ve herkesi, gene de birileri eksiliyor hayatından. Sebepleri muhtelif elbette. Çok kırgın olabilir insan, yahut çok aşık. Belki ikisi de, ki muhtemel görünüyor insanın en çok sevdiğinden aldığını düşününce en büyük yaralarını. O yüzden olacak, en yakınındaki düşüveriyor en uzağa, başkası değil.
Neticede eksiliyorsun, hayat da beraber. Durur mu o da eksiliyor; bütün sevinçlerin, kederlerin hepsi. Her şey eksik kalıyor. Zaman diyorlar ya, anladım yalan. İnsan eksikliğe alışıyor. Ona da alışmak denirse. Aşina oluyorsun daha ziyade. Sabah kahvesini beraber içip akşam haberlerini beraber izliyorsun.
Merak? Ediyorsun elbet, etmez mi insan. Hele de bir günün ayrı geçmezken. Bu karara saygı duymuyorsa yahut en başta hiç anlamamışsa gerekçesini, ya da ne bileyim -en kötüsü herhalde- anlamış, gene de saygısı kalmamışsa hiç durmaz bir merhaba der herhalde insan.
Ya da... gazetelerin fal köşelerine itibar etmeye başladığını fark edersin. Gayriihtiyari açtığın o sayfada okuduğun kendi burcun da değildir üstelik. Mesafelerin ayırabileceğinden daha uzaktakinin hayatına dair ufacık bir ipucu edinmek için onun falını okursun ciddiyetle.
Düşününce lirik bir tarafı var. Şimdi yıldızlar kadar uzak olandan yıldızlar vasıtasıyla haber almaya çalışmak, yıldızlardan medet ummak. Tanrım ne saçmalık. Ben yaptığımdan değil zaten, bizim bir arkadaş.
Kimse kim, var bu ve ne yazık bir şey. Halbuki ölüm de var, iş mi bu yaptığımız. Ama işte ölüm de bir tür ayrılık ve ayrılık, ölümden beter derler. Bilmem, öyle mi, hiç farkında değilim.



...
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

T.U.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder