10 Nisan 2011 Pazar

Cumartesi Ertesi


Gece hayatı; anne babaların çocuklarıyla gurur duymayacakları bir alan. “Some of them want to use you, some of them want to get used by you. Some of them want to abuse you, some of them want to be abused”. Öyle bir şeyler işte. Gece hayatı baya baya belgeselleri andırıyor. Karanlıktan faydalanıp avlanmaya çıkan irili ufaklı bir sürü hayvan ve geçerli olan sadece orman kanunları.

Yaşlandık mı sahiden? Bu bekarlığa veda partisi fiyaskosunun organizasyon beceriksizliğimden kaynaklanmasını tercih ederdim. İlerleyen saatlerde birleşik programa geçip yeteri kadar rakı içmiş beylerin bekarlığa vedasıyla birleşmemesini de tercih ederdim ama hayat… Bekarlık bazılarımıza çoktan veda etmiş, haberimiz yok. Ya da var ama kabullenemiyoruz. Nerede olduğumuzu kim haber verdi? İçimizdeki köstebek kim kim kim? Ne fark eder. Ortamda o kadar çok “evli” çift var ki ben bile bekar değilim artık. Ya da… o kadar evliler ki daha da bekar oluyorum. Zoe, Faces, Mono… Yedi kız başlayıp üç çift artı ben bitirdiğimiz gece. Eğlenmek için içmemizin bile yetmeyebildiğini fark ettiğimiz gece. Ne beylerle ne beylersiz ama daha ziyade beylersiz olmuyor, gecenin anlam ve ehemmiyeti buna döndü. Oysa bu, anlı şanlı bir bekarlığa yaraşır bir veda olmalıydı. Geç kalmışız. O bekarlık çok uzaklarda şimdi. Ancak beyini görünce gülen yüzlerimizi tanımakta güçlük çekiyoruz.

Kapıda kimlik de sormuyorlar artık. Henüz yaşlanmadığımı anlamamın tek yolu içkilerin “bana özel” fiyatları olması mı kaldı yani? Ya da ikram shot’lar… Bu mudur?

Etrafımıza bakıp bizden genç insanlar görmek ve buna şaşırmak ne kadar saçma. Bizden sonra da insanlar doğdu. Geceleri dışarı çıkıp içip dans edecek yaşa geldiler. Bizim ağabeyler ablalar nereye gittiler? Kaç yaşında bunlar, 20-21 mi?

Bu günlerin geri gelmeyeceğini biliyorduk, söylemişlerdi ama anlamamıştık, anlamamışız. Ne ara 26-27 olduk? Anlı şanlı bekarlığımız ne ara bu melankolik yalnızlığa evrildi? "Çıtaları kaldırırdık, çıtırlara on basardık, uzun uzun anlatırdık, espriler patlatırdık"… ne oldu şimdi, bu ne hal? Bu ne hal? Ne var ki halimizde, hala yirmi bir şeyiz… yüz ifademiz öyle söylemiyor sadece. Ne söylediğini söyleyeyim: “Bir adam buldum, beni en az yoracak, en az üzecek adam bu, o yüzden altına imzamı atıyorum” ya da “bir adam bulup ona durulmalıyım, huzur bulmalıyım, sevilmeliyim”. Bar kalabalığını yarıp geçerek ilerlemeye çalışan yorgun bakışlarda okuduğum bu. Erken dönem yirmi bir şeyler ise sahaya yeni çıktılar, her şey yeni başlıyor. Birine yanaşıp “sandığın kadar uzun sürmeyecek, tadını çıkar” demek istiyorum. Uyandığın zaman yanında birini görmemek değil görmek isteyeceksin ve aklına ilk gelen şey sarılmak olacak.

Güç savaşlarında avantajlıyız yalnız. Gentrification’a pabuç bırakmayız. Adını ne ara gentrification koyduk hatırlamıyorum bile. Muhtemelen urban aldığımız senedir. Barda seni ittiren kızın kendine yer açma çabasına bu adı veriyoruz. Başarılı olduğu durumlarda masa bile kapabilir. Kaparız. Öne sızmak, yer bulmak, alan genişletmek… yaşlanmak insana bir şey katıyorsa tecrübeden başka bir şey olamaz o. İki tane yirmiliğe alanımızı kaptıracak kadar ölmedik daha. İri yarı adamları bile dirsekleyip onlara çemkirecek kadar gücümüz kuvvetimiz yerinde. Dün gerçekten tehlikeli bir takımdık. Kavga çıkarmaya yer arıyorduk. “Biraz içelim de öyle kavga çıkaralım, sarhoştuk deriz”. Aklıma gelen en parlak fikir buydu. İlginçtir ki öyle bir şey olmadı. Dalsak, gelip geçerken yazanlara dalardık. Onları bile “güzel olduğu kadar küstah” bakışlarımızla “hadi canım, bekleme yapma devam et” diyerek geçiştirdik. Eğlencesine bile uğraşmadık. “Daha bir şey içmedik, hep ondan”. Açıklamamız bu mu?

Hepimiz hala bomba gibiyiz. Çoğumuz akademisyen olacak. Zeki, güzel ve güçlüyüz. Dünya hala avucumuzun içinde dönüyor. Avucumuzun içinde ama dönüyor mu; dönüyor ama avucumuzun içinde mi? Saçma sapan sorular dolanıyor aklımızda. Ne olacak, nasıl olacak…

Ertesi sabahlar ayılmamız git gide güçleşiyor. Midemizden şikayet ediyoruz. Misal, tekila benim mideme dokunuyor ama bir şişe sex on the beach için sıkı pazarlık ederim, o ayrı. Çernobil’i, duvarın yıkılmasını, Körfez Savaşı’nı gördük. Makarena’nın hareketlerini ve Maria’nın un do stres umpassi gobalante maria, un do stres umpassi gobatra sözlerini ezbere biliriz. Yani bir süredir buralardayız. 

Yakın bir zamana kadar yaşlanmayı akıllanmak sanıyordum. Hayır, başka bir şey. Akıllanmak değil. Artık o her neyse o değil. Otuzumda bundan daha akıllı olacağımı sanmıyorum. Daha yorgun ve bezmiş olacağım muhtemelen. Bitse de gitsek diye hayat mı yaşanır? O kadarı benim şahsi aptallığım, biliyorum ama anlamak çözmeye yetmiyor. Neyi çözemediğim bile muamma ama çözümü barda bulmayacağım muhakkak.



1 yorum:

  1. Bekârlığa veda partilerini değil ama evliliğe son verdim kutlamaları yapan bir döneme takabül ediyorum.:)) İnsanların evlenmelerinde benim açımdan bir sakınca yok, sonunda boşanacak oldukları sürece.(Mesleki olarak karın doyurma aracı )
    Yaşlanmak yaş almaktır.Akıl alma hali ol(a)masa da, mevcut aklın ekonomik kullanımına epey katkısı var. Yorgun ve bıkkın olma tahmininde haklısın.Yoruluyor insan ama bu bitse de gitsek kıvamında fark yedikleri bir maçın sona ermesini bekleyen futbolcuların kıvanımda olmuyor.Önceden okunmuş bir kitabı yeniden okuma zorunluluğu tadında geçen insani ilişkiler bütünü diyebiliriz ve evet haklısın, REDD güzel gidiyor.

    YanıtlaSil