3 Nisan 2011 Pazar

"Zulüm Korkudur"

Yaşar Kemal’in Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından “Özel Onur Ödülü”ne layık görülmesi üzerine 28 Mart akşamı yapılan ödül töreni için hazırladığı konuşma metni:


Beni bu ödülle onurlandırdığınız için teşekkür ederim.  Bugün sizinle birlikte olamadığım için üzülüyorum.  Yine de,  fırsat buldukça birçok yerde söylediğim, yazdığım düşüncelerle karşınızdayım.
1952 yılının son günlerinde Aşık Veysel’i görmeye gitmiştim, köyüne.  Tam dönecekken büyük bir deprem haberi geldi, 3 Ocak 1952, Erzurum, Hasankale yerle bir olmuş.  Yakında olduğum için ilk giden gazeteci ben oldum. Çok büyük acılar yaşanıyordu.  Depremden sağ çıkanlar eksi 30 derecede incecik çadırlarda yaşam savaşı verirken çoğu ‘keşke ölseydik, bu halimizden daha iyi olurdu’ diyordu.  Taş kesilmiş insanlar, donmuş toprak, gömülemeyen ölüler ve bilen bilir anlatılmaz bir koku…  Sakıp Hatunoğlu adında bir arkadaşla birlikte dolaşıyorduk. Bir donmuş bebek gördük, yaşıyor gibiydi.  Ben röportajları aktarıyorum telefonla, gazete filan gördüğümüz yok.  Günler sonra elimize gazete geçti, benim röportajda o bebeği anlatmışım.  Okurken önce arkadaşım ağlamaya başladı, sonra ben… O gün bir kez daha anladım sözün gücünü. 
Basının gücü sözün gücüdür.  Onun için de basın her zaman büyük baskı altında kalmıştır. Ya­zar­la­rı, ga­ze­te­ci­le­ri, ga­ze­te­le­ri sa­tın al­ma o ba­tan Os­man­lı­dan kal­ma bir ge­le­nek­tir. Da­ha da yo­ğun­la­şa­rak sü­rü­yor.
Her darbe döneminde ki­mi gör­sem, ki­min­le ko­nuş­sam, “İyi yap­mı­yor­sun,” derlerdi. “Bu­gün­ler­de ya­zı ya­zı­lır mı, söz söy­le­nir mi? Azı­cık sab­ret ca­nım, ne olu­yor­sun? Sa­na ya­zık de­ğil mi? Son­ra, ne ya­za­cak­sın bu ko­şul­lar al­tın­da, ne­yi na­sıl söy­le­ye­cek­sin? Hay­di sen söy­le­din, ça­lış­tı­ğın ga­ze­te ko­ya­bi­le­cek mi? Ça­lış­tı­ğın ga­ze­te ka­pa­tıl­ma­yı, eko­no­mik bas­kı­la­rı gö­ze ala­bi­le­cek mi? Ya ga­ze­te­de ça­lı­şan­lar ne di­ye­cek­ler, ga­ze­te ka­pa­tı­lıp on­lar iş­siz ka­lın­ca, yüz­le­ri­ne na­sıl ba­ka­cak­sın?”
Biz­de ba­sın­dan ge­re­ğin­den faz­la kor­ku­lu­yor. Ba­sın da ken­di­sin­den kor­ku­yor. O da ken­di ken­di­ni eleş­ti­re­mi­yor.  Ga­ze­te­ci­li­k bir ya­ra­tı­cı­lıktır.  Ga­ze­te, oku­yu­cu­su­nu ken­di ye­tiş­ti­rir. Po­li­ti­ka­ bir de­di­ko­du are­na­sı­na dönerse, gazeteler de ge­ce gün­düz ay­nı ki­şi­le­rin ay­nı tür söz­le­ri­ni, de­di­ko­du­la­rı­nı, küfürlerini yazar,  bol üstsüz, bol bol ilanla ga­ze­te ye­ri­ne cın­cık bon­cuk verirse mil­le­ti ca­nın­dan bık­tırır.
Ga­ze­te ha­ber ve­rir. Ga­ze­te öğ­re­tir.  Ga­ze­te oku­yu­cu­nun nab­zı­na gö­re şer­bet ver­mez. Ga­ze­te oku­yu­cu­la­rı­nı kış­kırt­maz. Kol gi­bi harf­ler­le man­şet­ler ve­re­rek, bir spor kar­şı­laş­ma­sı­nı en bü­yük ulu­sal olay du­ru­mu­na so­k­maz. Kürt so­ru­nu gi­bi bü­yük ulu­sal so­run­lar­la oy­na­maz.  Doğa kırımı gibi ül­ke­nin ge­le­ce­ğiy­le il­gi­li ko­nu­lar­da ger­çek­le­ri sap­tı­r­maz.  
Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiç bir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile.  İşte basının özgür olması budur.
Öz­gür­lük dü­şün­ce­si sı­nır­sız­dır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir,  kahramanlar yetiştirmiştir. 
Dü­şün­cey­le uğ­raş­mak, dü­şün­ce­ye önem ver­mek bas­kı­cı dü­zen­ler­de her in­sa­nın ba­şı­nı be­la­ya so­ku­yor­. Bu­gü­ne ka­dar ba­sın şöy­le bir do­ya­sı­ya öz­gür­lük yü­zü gö­re­me­di. Hep bas­kı, hep bas­kı, hep sa­tın al­ma… İşte bugünlere geldik.
Ha­ni es­ki­den bir güç var­dı, ona ile­ri­ci güç di­yor­duk ya hepimiz ka­ran­lık bir du­va­rın önü­ne gel­dik ba­şı­mı­zı son hız­la vur­mak üzereyiz. Yargı mekanizması adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa işte bir ülke böyle olur.
Ha­pi­sa­ne kö­tü­dür, ölüm gi­bi. Bi­lin­ci­ne va­rın­ca, düz­le­şir, ola­ğan­la­şır. İn­san so­yu­nu zu­lüm ka­dar hiç­bir şey küçültmez. Ne der­ler, zul­mün art­sın ki tez ze­val bu­la­sın… Zu­lüm aşa­ğı­lık, in­san­lık dı­şı bir şey­dir, ölüm­den de be­ter­dir. Bi­lin­ci­ne va­rın­ca ola­ğan­la­şır. Hep­sin­den be­te­ri de in­san so­yu­nun ya­ka­sı­na ya­pış­mış kor­ku­dur. İn­san korkusunun üstüne yürüdükçe, kor­ku aza­lır, gü­cü­nü yi­ti­rir, in­san so­yu kor­ku­da çü­rü­me­z.  Zu­lüm zu­lüm de­ğil­dir as­lın­da, zu­lüm kor­ku­dur. Her şe­yin te­me­li, be­te­ri kor­ku­dur.
Di­yo­rum ki, kor­kul­ma­sın, bu­gün­kü, bu ge­lip ge­çi­ci du­ru­ma ba­kıp umut­suz­lu­ğa düş­me­nin bir ge­re­ği yok…
Bugün hapisanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var.  Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen,  sesini yükseltenler in­san­lı­ğı­mı­zın da­ha bit­me­di­ği­ni, vur­dum­duy­maz­lı­ğı­mı­zın bi­zi öl­dü­rü­cü ha­le ge­tir­me­di­ği­ni ka­nıt­lı­yorlar.
İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır.  Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç…  Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir.
Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, kor­ku­nun üs­tü­ne yü­rü­yen­le­re.  Selam olsun in­san­lık top­tan tü­ken­me­dik­çe umu­du­n da tü­ken­me­ye­ce­ği­ni gös­terenlere.  İn­san so­yu için­de en gü­zel­le­ri, en kut­sa­na­cak olan­la­rı on­lar­dır.                                                                                                    

1 yorum: