5 Nisan 2011 Salı

Juan Azapta Gerek


Dün Atlas’ta bir Danimarka filmine gittim. Neden bilmiyorum, belki Atlas Pasajı gibi geçmişime dair oldukları için Alkazar’ı ve Emek’i özledim Atlas’a gidince. Issız Adam’ın orada çekilen sahnesi bile gelmedi aklıma. Aman bana mı ıssız kuzum, yanmışım sönmüşüm ben allasen.

Opera yönetmeni Kasper Holten’ın yönettiği Juan (2010), Mozart’ın Don Giovanni’sinin modern versiyonu. Yani bütün film bir modern zaman operası. Biri bas bas bağırıyor (opera? bağırmak? neyyyse...) “fuuuck, şimdi yan bastııık!” diye, öteki bariton “shit shit shit shit shiiiit” diye panikliyor. Fonda Budapeşte olduğu için ana avrat düz gitseler de opera atmosferinden çıkılması pek mümkün değil. Arya formundaki gündelik konuşmalar bazen insanı güldürüyor ama oralarda bunun zaten beklendiği aşikar.

Doğrusu bu konularda biraz muhafazakarım. Bu tip klasikleşmiş eserlerin hafifletilip gülünçleştirilerek tüketime arz edilmesinden pek hoşlanmıyorum. Biraz ihanet, biraz saygısızlık gibi geliyor (misal, cover’lardan da oldum olası hazzetmem). Oysa Juan’da şehir, oyuncular ve yönetmen öyle bir araya gelmiş ki dram elementi gözden yitmemiş. Juan’ı canlandıran bariton Christopher Maltman Don Juan'ın hakkını vermiş doğrusu ama gene de şöyle gözünde daha piç pırıltısı olan bir oyuncu seçilemez miydi diye düşünmeden edemedim. Binlerce kadını tavlayıp yüz üstü bırakıyor, tamam anladık ama nasıl? Yakışıklılık, çekicilik, karizmatiklik…eyvallah hepsi var adamımızda ama malum, bu ayrı bir müessese. Neyse ben taktım gene gözdeki pırıltıya. Neticede ömrümden 1.5 saat çalınmış gibi hissetmedim. Bilakis, şu operanın orijinali olsa da yesek dedim ama…


Ve bu sabah nihayet film festivali yoldaşımla vuslata erip filme gittik. Benim seçtiğim bir film değil, hatta benim bilgim dışında alınmış ve hem de sabah 11’de. İyi dedim, inisiyatif candır, hep ben mi dominantlık edeceğim. Belgesel olduğunu fark edince biraz söylenecek oldum, yarın sabahki 11 seansımı hatırlattı hemen. O başka, o Some Like It Hot. Toplamda kaçıncı bilmiyorum ama sinemada ikinci görüşüm olacak bu. İsterse sabah 8’e koysunlar, kalkar yine gider izlerim. Alt tarafı bir zamanlama hatası yüzünden, sevdiğim filmleri sinemada izleme zevkimden mahrum kalmaya isyanım var. Misal geçen sene, ‘66 yapımı Ah Güzel İstanbul’u beyaz perdede izlerken kendimi nasıl tuttum da mutluluktan ağlamadım bilmiyorum. Varsın “salak mıdır nedir” desinler. Görüntü kayınca “makinist!” diye bağırmak bile güzeldi. Kocca perdede kocca Sadri Alışık…rüya gibi.

Bu sabahki filmimiz, NTV Belgesel Kuşağı kapsamında gösterilen Ekonomanyak’tı. Orijinal adı Freakonomics. 2010 Amerikan yapımı. Film, ekonomist Steven D. Levitt ve yazar Stephen J. Dubner’ın aynı adlı çoksatar kitabından uyarlanmış. Tek yönetmen yok, belgesel sinemanın ünlü yönetmenleri bir araya gelmiş. “Her şeyin gizli yanını” ifşa edeceğiz iddiasından ilkin biraz işkillendim açıkçası. Michael Moore’la Zeitgeist arası bir şey görmeye hazırladım kendimi. Öyle olmadı. Mütevazı, eğlenceli, insana aptal ya da kör cahil muamelesi etmeden de bir şeyler söyleyebilen bir film olmuş. Ha tabi bu öyle çok acayip şeyler söylemediği için de olabilir ama keyifle ve “hmm, hadi ya” gibi iç sesler eşliğinde izledim filmi.

İnsanın ismiyle suça yatkınlığı arasındaki korelasyon, sumo güreşlerinde dönen şikeler, 90’larda artması beklenirken düşen suç oranlarının kürtajla bağlantısı ve çocuklara ders çalışmaları için rüşvet vererek okulda başarılı olmalarının sağlanıp sağlanamayacağı gibi konu başlıkları var. Son konu başlığı beni ziyadesiyle rahatsız etti, isimle suç arasındaki korelasyondan varacakları sonucu tahmin etmek ise zor değildi ama annelerin ancak hazır olunca çocuk sahibi olmalarının suçu önleyici bir unsur olduğunu görmek ilgimi çekmedi dersem yalan olur. Salondan çıktığımda ise aklımda iki şey vardı: “Honne/Tatemae’ı araştırmalıyım” ve “It’s a Wonderful Life’ı izlemeliyim”. Kitabı okumak aklıma şöyle bir uğradı ama çok kalmadı. Gene de bu 1.5 saatlik belgesel filmi izlemenin kayıp sayılmayacağını söyleyebilirim.


Böyle bitirince de sinema yazısı gibi oldu değil mi? Oysa yanından bile geçmiyor belli ki. Kırk yılın başı insan içine karıştım ya şöyleydi böyleydi diye anlatıyorum işte. Yarın iki filmimiz var ama ondan önce bazıları sarışın sever, ben eski severim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder