7 Nisan 2011 Perşembe

Üç Film Üç Bira

Aslında gün çok güzel başladı. 
İşsizliğin iyi bir yanını buldum: filmlerin sabah seansları. İşsiz fakat tam da parasız olmayınca tabi, yoksa ne filmi. Peki bütün 11 seansları mı tıklım tıkış olur? Bu nasıl bir katılım.
Sabahın 9'unda 10'unda kim evinden kalkıp Taksim'e gider ki Some Like It Hot'ı izleyeceğim diye?! Tek manyak ben değilmişim. 
Uykum bu kadar kıymetli, koltuğum en ön sırada olduğu halde gıkım çıkmadı. Öyle bir mutluluk. Hakkında uzun uzun yazarım diye düşündüm. İranlı yönetmeni evvelden bilmemek içime oturdu ama burası benim alanım, işte bu dönemi bu insanları biliyorum. Bu şarkılar, bu kıyafetler, bu göndermeler...hepsine vakıf ve hepsine aşığım. 
Çıkışta keyiften iki yana yayılan suratımı alıp Beyoğlu'nda dolaştırdım biraz. İkinci filme kadar vaktim vardı. Makul bir saate kadar kahvemi içip kitabımı okuyarak oyalandım. Sonra attım kendimi Fabrika'ya. Bir ellilik alayım, teşekkürler. Festival yoldaşım gelene kadar okumaya devam ettim. 
Kahve- Gerçekle Hayal Arasında diye bir filme gittik. İsrailli ve Filistinli öğrenci yönetmenlerin kahveden esinlendikleri kısa filmlerinden oluşuyor. Bazıları iyi, bazıları meh. Ben seçtiğim için çok da toz kondurmadım ama beklentilerim daha yüksekti. Gene de kondurmayacağım.
İkinci filmle üçüncü film arasında da bir bira molası. Bu sefer kitabımın yerini arkadaşım almış, aramıza patates kızartması da katılmış. Tuz alabilir miyiz?
Üçüncü film beni bitirdi. Hiç beklemiyordum. Fotoğrafta yaşlı insanlar var, demek ki ölecekler, ben de gene aptal aptal ağlayacağım diyordum en fazla. Ölümden beter koydu film. Beşinci mi onuncu mu dakikada asla yapmayacağım şeyi yapıp filmden çıkmak istedim. Görmek istemiyorum, işkence gibi. En son Saving Private Ryan'ı sinemada izlerken böyle hissetmiştim: Çıkarın beni buradan, gitmek istiyorum. İlerleyen dakikalarda biralar da katıldı bana, onlar da çıkıp gitmek istiyordu ama ne onlar ne de ben başarabildik. 
Filmin adı Another Year. Ömrümüzden Bir Sene diye çevirmişler. Uzun uzun bahsetmek isterdim ama içim kaldırmayacak şu an. Acım çok taze. Tavsiye etmekle yetinebilirim sadece. Herkesi bu kadar etkilemeyebilir tabi. Misal, arkadaşım zerre tınmamıştı çıktığımızda. Ben ise dokunsalar ağlayacaktım. Hatta rakı içelim diye tutturdum ama gene biraya talim ettik. Ne birası be abi... ben bu filmin üzerine bar taburesine kurulur, barmene de "bana bir balyoz hazırlar mısınız?" derdim. Muhtemelen önden tekila shot ikramı gelirdi filan, öyle bir hal. Ne birası.
İçimden hayat çekildi resmen, bugün bir şey yazamayacağım dedim ama bu da yazmak sayılmaz zaten. Kendim için kaydını tutuyorum gibi daha çok. "Üç festival filmine birden gittiğim gün" gibi bir not düşme tarihe. Üç film üç bira. 
Filmin etkisini üstümden atınca hakkında yazmayı düşünüyorum. Nasıl olsa 10 Haziran'da gösterime girecekmiş burada. Çok var daha. Gerçi nasıl yazabilirim ki bunu? Çok utanç verici. Belki de en iyisi unutmak, unutturmak. Belki nokta atışından ziyade uyarı ateşi. Getirebileceğim en iyimser yaklaşım bu. 
Filmden bahsetmeden üstüne konuşmak çok itici olduğu için araba reklamından arakladığım şarkıyı paylaşmanın tam zamanıdır. Çok eğlenceli geldi bana. 


6 yorum:

  1. Yıl 1991...Ankara Film Festivalinin ilki...Tüm sıkış tepişliğine ve aksaklıklarına rağmen, yağmur gibi seyircinin aktığı, acemiliğin iyiniyete harmanlandığı zamanlar.Keyifler bir milyon tabii...Üstüne bir de yasaklı Gandhi ve Arabistanlı Lawrence tek gösterimlik bile olsa Mahmut Hoca'nın süpermanvarî çabası ile gösterilecek...Kapanışta bir de.Bir güne sığmış 5 film.Üstüne Gandhi ve Arabistanlı Lawrence'in uzunlukları da düşünlecek olursa; sabah 9 da başlayan mesaim, filme gir,çık,bileti kestir ve salona tekrar gir sarmalında gece 24 'e kadar devam etti.Gişedeki oğlanlar, aralarında iddiaya bile girmişler birasına:Bu deli son filme de girecek mi yoksa girmeden ölecek mi diye.Son filme biletim yoktu ama gişenin ağzında tek biletini satmaya çalışan adamın üstüne uçarak iddiayı ışıkçının kazanmasını sağlamıştım. Yani, keyifli koşturmacadır o sabahın köründe zıplayıp sinemaya gitmeler ve deli muamelesi görmeler.Tadını çıkart.:))

    YanıtlaSil
  2. Ben Kingsley'nin oynadığı Gandhi? Yasaklı olduğunu bilmiyordum.
    Daha önce birer ikişer filme giderdim festivalde ama böylesi çok keyifliymiş gerçekten. Tadını çıkardığımdan emin olabilirsiniz :)

    YanıtlaSil
  3. Ben de Artık Yıl ile Güneş Yanığı 2'ye gittim. İkisini de beğendim ama Güneş Yanığı 2 cidden çok başarılı. Görüntü yönetmeni harika, zaten Rus sinemasındaki kamera kullanımının hayranıyım. Bakalım bu hafta Picco, diğer hafta da Boktan Bir Yıl ve Portakallar ve Gün Işığı'na gideceğim. Ne yazık ki çalıştığım için sadece haftasonları gidebiliyorum.
    iyi seyirler...

    YanıtlaSil
  4. Artık Yıl'a istedim ama bulamadım bilet. Boktan Bir Yıl'ı da eleştirmenler tutuyor diye niyetlendim ama vazgeçtim sonra. Muhtemelen istesem de bulamayacaktım ona da.
    Güneş Yanığı'nın ilkini izlemiştim. Oleg Menshikov'a aşık olduğum için onu kötü adam rolünde görmeye dayanamamıştım hatta :)
    Sana da iyi seyirler...

    YanıtlaSil
  5. yine kendi kızını oynatmış sanırım. özellikle final planı tablo gibiydi müthiş.
    Oleg Menshikov bunda var yine :)
    Açıkçası ben de içlerinde en çok Boktan Bir Yıl'ı merak ediyorum.

    YanıtlaSil
  6. Evet, Kingsley'in oynadığı GAndhi...Hinduların Müslümanlarla olan siyasi çekişmelerine ve Ali Cinnah'a (Pakistan'ın kurucusu ) yaklaşımı nedeni ile film bizde o yıllarda yasaklı idi.Memleketimin hâl-i pür meali.:)

    YanıtlaSil