19 Mayıs 2010 Çarşamba

Beter Böcek

Sensizlik senden bile betermiş diyerek, hayatımda gördüğüm en büyük papatya öbeğiyle gelmişti yanıma. Şimdi ne çok isterdim haklı olmasını. Papatyadan geçtim, en beter benim. Beter böcek hanginiz? Benim! Hayır benim! Yok yok benim!

Olur olmadık şeylere sinkaflı küfürler savuruyorum. Yahut tam tersi. Akşam mutfakta kesme tahtası –keşke tahta olsa, beyaz plastik-, soğan, bıçak, ben takılıyoruz. Güzelce soydum yıkadım soğanı, koydum tahtaya, ikiye böleceğim. Bir soğana baktım, bir de otuz santim ötemdeki ufka baktım. Omuzlarım çökerken derin bir nefes verdim. Oğlunu kesecek İbrahim bu kadar içlenmemiştir.

İçinde maktul soğanın da olduğu poşet dolu ellerimle taksi durdurmayı başarmıştım bir saat önce. Zar zor attım kendimi içine. Yolu az biraz tarif ederek geldim. Ben parayı uzatırken döndü, “abla bir yanlışım mı oldu” dedi. Bu “abla”dan başka bir yanlışı olmamıştı halbuki. “Anlamadım” dedim. “Ne bileyim sen öyle şey edince…” Ne ettiğimi o deyince anladım. Adama dikiz aynasından küskün bakıyor, küskün ediyordum edeceğim topu topu iki lafı. Kırgın gibi, incik gibi, boncuk gibi bakıyordum. Sesim titrek, dokunsalar-ağlayacak-kadın sesiydi. Pek uzun bir geçmişimiz yoktu halbuki taksiciyle, en fazla on dakika. Mustafa Hakkında Her Şey aklımın kenarından geçmişti sadece, hepsi o. “Kusura bakmayın” deyip zar zor indim. Dudaklarımı küskünce büzdüğümü de fark etmiş miydi acaba?

Aynı hayatın içinde bazı şeylere “bu kadar zor olmamalı”, bazı şeylere de “bu kadar kolay olmamalı” diye basıyoruz küfrü. İkinci kategoriyle meşgulüm bu ara, malum. “Ama olmamalı” diyorum içimden şımarık kız çocukları gibi, “olmamalı işte”. Zaten çok fazla acı var, bir de neden biz derdimize dert katıyoruz. Fevri bir kararla trene atlayıp, “ben geldim” diyerek yahut da tek bir kelime bile etmeden sevdiğimiz insanın kapısına dayanmaktan bizi alıkoyan ne. Anlamak işime gelmiyor diyorum ama yo, sahiden anlamıyorum. Böyle daha mı kolay her şey, daha mı güzel hayat böyle? Öyle de ben mi görmüyorum.

Anne tarafının kusursuz bir örneği olmaya hak kazanıyorum böylece.. Bir olay üstünden ister yetmiş, ister on yıl geçsin döner döner söyleniriz. Ama duvarlara, ama ailenin diğer kadınlarına.. ama o mevzunun dilimizden kurtulma şansı olamaz. Soy ağacının dalları bulutlara yaklaştıkça söylenme biçimimiz de değişiyor elbette. Dün salonun duvarları, bugün bu blog zımbırtısı. İkisinin de kulağı var, birinin biraz daha fazla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder