26 Mayıs 2010 Çarşamba

Menemen

Ruhu bedenine sıkışmak vardır ya, öyle bir şey. Hüzün yakışsın isterdim ama gitmiyor bu yüze, gitmiyor melankoli. Ne yüzüme gidiyor ne de benden gidiyor. Çöktü kaldı.
Yakışmıyor biliyorum, üstüne üstlük can sıkıyor farkındayım. Güleç bir insanın yüzünü asmasından hoşlanmıyor kimse. Aynaya baktığım zaman ben de paylaşıyorum bu rahatsızlığı.

Zuhal Olcay'a karşı hala ince bir hasetlik besliyorum hüzün yüzüne bunca yakıştığı, sesine böyle güzel sindiği için. Haksızlık bu. Ben de insanım, benim de rimelim akıyor. "Ağlamak güzeldir" diyor kadın bak ne güzel, o zaman ağlarken de güzel olabiliriz. Asla olamayacağım sanırım, o zaman ağlamayı bırakmalı mıyım?

Melankoliye saydam ve kalın bir perde demek ne kadar doğru emin değilim. Hani daha ziyade eskiden kullanılan kadın şapkaları vardır küçük. Yüzü örten bir avuç tül vardır önünde. Cenazelerde siyahını takar kadınlar. Şimdi o siyah tül gibi melankoli, hiçbir şeyi küllendirmeden küle boğuyor dünyanın resmini. Ne deniz ne martılar, ne de baygın çiçek kokularıyla gelmekte olan yazdan bir tat alabiliyorum. Bir önceki perdede oyuna ettiğim fenalığı düşünüp üzülmekle geçiyor perde arası.

Her perde arasını ben, sahneyi bırakmayı düşünmekle geçiriyorum. Sonra arkamdan bir elin ittirmesiyle gene sahnede buluyorum kendimi. Hazır perde açılmamış, ürkütücü seyirci sessizleşmemişken arkamı dönüp kaçayım diyorum fakat perdenin açılıp, ışığın yüzüme vurması, gözümü almasıyla suya düşüyor erken firar planlarım. Oyun devam ediyor.
Hep aynı oyun da olsa ne oyuncu bıkıyor ne seyirci.

Sevmiyorum bu benzetmeleri. Aşktan bahsetmek daha yalın bir iş olmalı. Kendisi çok basitmiş gibi lafını döndürüp dolaştırıyoruz bir de. Seviyorum ve canım yanıyor demek ayıpmış gibi. Değil de utanıyor insan. Güçsüzlüğünden, aczinden, çaresizliğinden. Bu ben miyim diyor. Halbuki ne güzel sevildim bugüne kadar, mutlu olmalıyım. Beş yaşında bir perde düştü yere, arkasını gördüm, mutlu olmalıyım. Arkasında hiçbir şey yokmuş meğer...Godot'nun bile bir gün çıkıp geleceğine inanırım artık. Perdenin arkası ise bomboş. Ne bir aşk, ne bir nefret. İnsan bile yok.

Hastalığı, ölümü gördüm hep ama severek ayrılmak gibisini görmedim. Ben böyle acı görmedim. Ölüm desen değil, hastalık desen değil. Bunu başıma getiren de gene benim. Bu bir salça meselesi son tahlilde. Evet kuzum, halis muhlis domates salçası. Yalnız domatesler aynı bostandan toplanmış olacaklar, farklı bostanların domateslerinin vuslata ermesi kat'iyyen memnudur. Bunda anlaşılmayacak, kabullenilmeyecek, sineye çekilmeyecek bir şey yok. Farklı bostanların domatesinden salça olmaz. Ömrümün geri kalanında belli belirsiz bu hınçla doğrayacağım domatesleri ve kavanozdan kaşıkla salça alırken inceden gözlerim dolacak belki ama bunlar hep komik unsurları hikayenin. Evet, çok komik gerçekten de.

Eve kapanıp günlerce insan görmediğim oluyor. Aynaya bakınca insanların da beni görmüyor olmasına seviniyorum. Küçük, suratsız kadın! Bende çok varmış gibi başkasına akıl veriyor olsam derdim ki bastırma sakın, mutlu olmaya zorlama kendini. Kendi haline bırak, nasıl hissediyorsan öyle davran. Oysa şikayetçiyim bu halimden. Sürekli yakınan, bol göndermeli melankolik yazılar döşenen bir insan değilim ki ben. "Özünde iyi" derler ya bir bok yemiş insanlar için, işte ben de "özünde mutlu" bir insanım. Ne çok ben diyorum tanrım, memlekette bir şey olmuyormuş gibi. Neyse, ben de memleketin umurunda değilim nasıl olsa. Nasıl ama mütekabiliyet? Müthiş.

Zamanla geçmez hiçbir şey, kim derse yalan söyler.
Ama dibe çöküyor ya da demleniyor sanki insan. Demlendikten sonra da yüzün gülebiliyor mu öyle rahat, mesele o. Bin tane an ve anı arasından da olsa tadını çıkarabiliyor musun günün?Mutlu olmayı koy kenara, mutlu olmayı isteyebiliyor musun hala? Yoksa ilk fırsatta, öleceğin günü beklemeye mi meylediyorsun?

Çok fazla acı, çok fazla dert varsa var, ölelim mi yani? Ölelim mi, ne yapalım? Mecbur olduğum için değil, değer bulduğum için yaşamak istiyorum. Sabahları beni uyandıran kuş cıvıltılarına homur homur küfretmek değil, eskiden olduğu gibi daha gözlerimi açmadan genişçe gülümseyerek "size de günaydın" demek istiyorum. Biliyorum, eskisi gibi olmaz hiçbir şey ama en azından bundan farklı bir şey olmak istiyorum. İçimdeki bu şeye umut mu deniyor bilmem. Adını boş ver, artık güzel şeyler olsun istiyorum.
Bırak salçayı, ben menemene ekmek banmak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder