4 Mayıs 2010 Salı

Tereza'nın bavulu

"...Daha iki gün önce, onu Prag’a çağırırsa kendisine tüm yaşamını sunacağından korkmuştu Tomas. Bavulunun garda olduğunu söyleyince, o bavulun içinde kızın bütün yaşamının olduğunu anladı. Kız ona yaşamını sunacağı an gelinceye kadar garda bırakmıştı bavulu yalnızca..."


Durduk yere Tereza’nın bavulu düştü aklıma ve yaşamını içine tıkıştırıp teklifsizce adamın kapısına dayanması. Çok şeyin söylenmesi gerekip, hiçbir şeyin söylenmediği anlar gibi. Suskunluğun daha çok şey söylediği anlar gibi. Sözlerin kaldıramadığı yükü gözlerin kaldırabileceğine dair hem çaresiz hem de iyimser bir inanç. Hava durumundan, yeni alınan ayakkabıdan ya da geçen gün yapılan yemekten bahsederken gayet iyi iş gören kelimeler, ince birer dal gibi orta yerlerinden çıt diye kırılıverecektir. Ya da eski bir sehpa gibi eklem yerinden. Üstünde ne denli işçilik olduğu da değiştirmez sonucu, hatta daha çıtkırıldımdır süslü sanatlı sözler. Önemli anlarda iş görürler görmesine, ama daha önemli anlara damgasını vuran, bol esli kısa cümleler olur. Genellediğimi dehşetle fark ettiğim halde geri adım atmayacağım. Bu böyledir.

Anlar önemlidir. Şöyle bir düşününce, onlar kalıyor yanımıza. Günler, aylar, yıllar hatta anılar bile değil ama anlar. Kişisel tarihin en küçük yapı taşları. Çakıl taşları. Uzun bir kumsala yayılmış bir sürü çakıl taşı. Çıplak ayak yürürken gözün takıldıkça eğilir alırsın bir tane, bir tane daha... Halbuki deniz suyuyla ışıldadığı zaman güzeldir o, eline alınca kuruyuverir gider bütün ışıltısı. Bazısı, ama çok azı, kuruyunca da güzeldir. İşte onları cebine atarsın. Onlar saklamaya değer. İnsanın cebinde sakladığı şey değerlidir.

Tereza’nın bavulu ağırlığınca bakmak, hayatımı toplayıp sana geldim diyerek. Demeden ama diyerek. Muhteşem bir an olmalı bir insanın diğer bir insana, sana geldim demesi. İşte geldim. Ağırlık eden her şeyi geride bırakarak ve sadece beni ben yapanları yanıma alarak geldim yanına. Fakat…neden öylece duruyorsun kapıda, beni içeri almayacak mısın? Almaz. Almayabilir. Almayacaktır. Tereza’nın, boynuna atılıp sarılmak ve bir daha hiç bırakmamak isteyişi tarihin akışını değiştirmeyecektir. Değiştirmez. Değişmez.

“Değişmek, olgunlaşmak…yalan bunlar” dedi. Ciddiyetle söylense asla ciddiye almayacağım bu sözleri alaycı bir tavırla gülerek söylediği için ciddiye aldım. Öyle miydi gerçekten, yalan olabilir miydi? İnsanın, hayatını boşa geçirmediğine kendini inandırmak için uydurduğu bir teselli, sıradan bir savunma mekanizması olabilir mi? Varoluşçu düşündüğünde, ölmek korkusuyla baş etmek için olabilir pekala. Ama nereden bilebiliriz ki? Bunun yargısına varmak hakkı insanın sadece kendisinde değil midir? Başka kim, nereden bilebilir? Belki de o gerçekten biliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder