19 Haziran 2010 Cumartesi

Gönül

Bir şehir hatları vapurunun adında rastladım bugün eski bir tanıdığa. Bir şarkı geldi aklıma, mırıldanmadım. Biter diye cevap verdim sadece. İşte böyle kalır bir vapur adında. Kalır ama başka türlü bir şey kalır. Ders çıkarılması tekrarlanmayacağını garanti etmeyen bir sürü hata, onları izleyen bir dizi pişmanlık, hüzün, keder vesaire vesaire. Geçen yılların, geçtikleriyle kalır.

Her beyaz sayfa bir mektuba dönüşüyor elimde. Sadece bir kişinin anlayacağı bir kaç kelime serpiştiriyorum oraya buraya. İşin güzeli, herkes anlıyor. Gecenin gündüzden farkını bilen herkes.

Sözlerim demli gamlı nihavent makamı. Fakat yazmazsam daha beter olurum biliyorum, bencilce yazıyorum o yüzden. Utanmadan, sıkılmadan yazıyorum. Her zaman yaptığım gibi bir kaç avare sözcük bırakıyorum boşluğa.. başlarının çaresine baksınlar.

Bir insanın kendiyle hesaplaşmasını okumak nasıl bir his? Aklından neler geçtiğini, nasıl geçtiklerini görmek? Biliyorum yalnız değilim.

Kabataş İskelesi'nde buluşacağın arkadaşını beklerken deniz kenarında yürümek, uzaklara dalan manalı bakışlarla son bulmayabilir mi? O da yürüdü burada, beraber de yürüyebilirdik ama yürümedik diye iç geçirebilir insan. Fakat şurası muhakkak ki İstanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar. Beni sevmezsen onu sev bari dediğim bile olmuştur zamanında. Kadın kadını kıskanırsa da İstanbul'u kıskanmak hangimizin haddine. Bizler, onun öz kızları değil miyiz?

Dramam fazla geliyor ne zamandır, kremalı yazılar peşindeyim ama çıkmayınca çıkmıyor be abi. Bir kağıt helva, bir martı, hatta bir domates yetiyor kameranın sesini duymaya. Yakınıyorlar haklı olarak. Halimden memnunum halbuki ben. Nefes alıp verdiğim için madalya bekliyorum. Aslına bakarsak -yani acının da kıyası olmaz ya gene de- pek öyle büyük acılar çektim denemez. Bu kadar güvensiz olacak kadar bıçaklanmadım da sırtımdan. Trajik bir hikayem yok gerçekten. Gene de düşünmekte ve hissetmekte serbest insan. Bir yandan da yaşıyor işte.

Bir arkadaşım evleniyor yarın. İlk defa, beraber kantinden tost aldığım birinin düğününe iştirak edeceğim. Utanmasam onun kadar heyecanlıyım diyeceğim, yanına bile yaklaşamam elbette. Katil babetlerim ayağımı vururken -biraz da acıdan soyutlanmak için belki- bunu düşündüm bugün: İnsanlar evleniyor. Hayatlar kuruluyor beraber ve bu öyle çok uzağımda filan değil, yanı başımda, tanıdığım insanları da içine alarak vuku buluyor.

Gelinin tek yalnız arkadaşı sensin diyen kötü kalpli düğün teyzesi! Ona yalnız değil, bekar denir ve bekarla yalnız aynı şey değildir. Yalnız, hava kararmadan evvel yüksek sesle dile getirmediğimiz bir haldir ve senin ağzına -kusura bakma ama- hiç yakışmıyor. Gelinin bekar arkadaşı kimliğimle epey düşündüm bugün Beşiktaş çarşısında saten, sade, küçük yani düğünden düğüne kullanacağım bir çanta ararken. Evlenme fikrinin geyiklerimize ne zaman sinsice nüfuz etmeye başladığını anımsadım. Neredeyse birden bire olmuştu. Hala yadırgıyor, buna rağmen git gide artan bir ciddiyetle üstüne düşünüp, hakkında konuşuyorduk. Ve bir gün.. kendimizi kuyumcuda buluverdik.

Pek kullanmadığım bir soru kalıbını çıkardım bugün tozlu çatı arasından. Orasına burasına biraz üfleyince gün gibi parlayıverdi: Bu işin özü ne allasen? Salça. Yemin ederim doğru yanıt salça.
Daha doğrusu ya da başka bir deyişle, hayal kurabilmek beraber. Tabi ki hareket etmek, plan yapmak, onları gerçekleştirmek beraber.. bunlar da önemli ama bunlar bir koordinasyon meselesinden öteye geçmiyor. Halbuki bir hayali beraber kurabilmek? Yani kurup da kendine saklamak değil, cesaretle paylaşmak onu. Yani o derece güvenmek..

Ne zaman, ne sebeple bilmiyorum yasaklamışım kendime hayal a.ş.'yi. Hem kapısına dayanmış, hem kapıdan kovmuşum kendimi. Tam güvenmiş, hayallere dalmışım ki bir şehir hatları vapuru gibi boğazın karanlık sularına dalmış. Aradan uzun yıllar geçmiş ya da bir, bilemedin iki gün belki.. son bir can havliyle -inanmak, güvenmek, sevmek için- kaptana uzattığım elim havada kalmış. Boğazın karanlık sularıyla baş başa kaldık mı sana. E salça meselesi son tahlilde. Turşu meselesinin tahtına oynamasa da mühim mevzu şimdi.

Doğruya doğru, kimde güven uyandırmışım bugüne kadar. Tutmayacağımı bildiğimden söz bile vermemişim. Pabucun sağlamı sayılmazmışım.. pabucumun kenarı! İnsanlar insanları hayal kırıklığına uğratır.. sen hiç hata yapmadın mı vre diye sormazlar mı adama, sorarlar. Ben sormam. Bir vapurdan yadigar kaldı haddinden fazlaca susmak. Zaten.. zorlamamak lazım, susup geri çekilmek, unutulmayı beklemek lazım -unutturulmayı. Roman kahramanı kadınlar üstelemezler. Roman kahramanı adamlarının huzurlarını bozmaktan imtina eder, edeplice ve asilce uzak dururlar. Onlara aferin, Ayşe'ye sıfır puan.

Yazmayı bırakmalı, bilekliği de çıkarmalıyım artık. Elim varmalı.

Nasıl ki bir vapur yalnızca bir vapurdur bundan sonra, ilk aşkım olan şairin adında kalmalı son aşkım da. Bir gün içimden gelerek ümitli iki satır yazarım belki. Şimdilik tek istediğim -şu işi bitirdikten sonra yani- kimseyi tanımadığım ve kimsenin beni tanımadığı gibi sokaklarının da bana bir şey söylemediği bir Avrupa kentine taşınmak. Ne hüzün, ne menekşe, ne deniz.. ne rakı, ne salça, ne de tereddüt.. Hayalini bile kuramadığım bir hayat boylu boyunca uzanıyor önümde. Sevdadandır diyor annem.. aldırma gönül, demedim mi sana gönül diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder