10 Ağustos 2010 Salı

Ben Leyla Hanım Nasılım

Günler geçiyor. Tek yaptıkları bu, geçmek. Ömür geçiyor, ben sadece bakıyorum. Tek yaptığım bu resmi geçidi izlemek. Artık resim bile yapmıyorum.

Önce karanfil ve tarçın kabuğu boyluyor kupanın dibini. Bolca kahveyi de üstüne yığıp ekliyorum sıcak suyu. Bir yudum alıp, uyumayacağım diye diretiyorum. Çoğu zaman yarım saate kalmadan sızmış oluyorum.

Oysa korkar oldum uyumaktan. Ya bir ölüm ya da bir öpücükle uyanıyorum. İkisi de öyle gerçek gibi ki dehşete düşüyorum. Ya hiç uyumamak ya da hiç uyanmamak istiyorum. Uyuyup uyanmak tarumar ediyor ruhumu. Uyandığı için ağlar mı insan, ağlıyorum.

İyiyim. Az vaktim kaldı. Elimden geleni yapıyorum. En iyisini de yapsam eksik olmayacak mı en nihayetinde. Her üzüntü, her sevinç, her uyanış gibi eksik. Bitince boşluğa düşeceğimi sanmıyorum, olsa olsa o bana düşüp kafasını yarar.

Vişne likörü yapacağım ama korkarım ki mevsimi geçiyor vişnenin. Hiç de sevmem ya vişneyi gene de yapacağım. Güzel olursa tüm sevdiklerime ikram edeceğim, olmazsa hepsini kafama dikeceğim.

Tanpınar’ın bütün şiirleri kitabını aldım geçen gün. Kabalcı’ya girmemle birlikte Promise çalmaya başlayınca hiç çıkmayacaktım aslında yukarı, dar alamet dışarı atacaktım kendimi. Atmadım. Kaçmıyorum artık. Böylece tesadüfen görüp aldım kitabı. Turgut’un bütün şiirleri ve Huzur’la yan yanalar şimdi. Geceleri ben de onların yanına kıvrılıyorum rahatsızlık vermeden. Beni sevmiş olacaklar ki sesleri çıkmıyor. Lawrence’ınkilerdeki kadar olmasa da ufak çapta bir hayal kırıklığı yaşadım Tanpınar’ın şiirlerinde, o yüzden kütüphanenin rafına terfi etti kendisi. Darılmaca gücenmece yok. Huzur kafi.

Çay demledim geçen gün. Nadiren demlerim. Hepsini bir başıma içeceğim diye ölüyordum çarpıntıdan. Sırf dem içmekle de alakası var sanırım ama bunu değiştirecek değilim. Yalnız çay demleme edimine içkin nasıl bir huzur varsa, içmesinden bile güzel demlemesi.

Bu kadar işte, hepi topu bu. Yazmaya değecek bir şey yok. Dedim ya günler geçiyor, ömür geçiyor. Geçsin, umurum değil. Yapmam gerekeni yapıyorum sadece, yapmış desinler diye. Olmam gerekeni oluyorum, olmuş desinler ve yetinsinler bununla. Doktora mı, onu da yaparım ne olacak. Maksat oyalanmak olsun, günler geçsin. Ben geçtim.

Fakat elbette biliyorum, saatler yüzünden hep. Yoksa gündüzleri çok neşeli bir insanım. Hava kararınca böyle tatlı küçük hüzün spazmları geçiriyorum. Sonra onlar da geçiyor. Ne geçmiyor ki zaten. Değil derin bir sızı, esamesi bile okunmuyor. Nisyan en sevdiğimiz yalan kendimize söylediğimiz. Hava, içim ve gözüm aynı anda kararınca aradan böyle satırlar kaçıveriyor. Görmezden gelebiliriz bence. İnsanlık hali deyip geçelim. Her şey insana dair değil mi?

Nereden çıktı bilmiyorum, “ilk taşı günahsız olanınız atsın” diye bir şey takıldı aklıma. Bir yerde görmüş olacağım, vahiy inmedi ya. Dini bir şeymiş, şimdi baktım. Nedense durup durup aklıma geliyor bu ara. Dinle minle işim olacağından değil ya vardır bir hikmeti. Hoşuma da gidiyor çünkü herkes günahsız ve biz melali anlamayan nesle heyhat aşinayız. Öyle ya, herkes günahsız ve herkesin keyfi yerinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder