17 Ağustos 2010 Salı

Değil mi?

"İyi çalıştım beah" diye istediğim randımanı almış, kendimden memnun bir şekilde yattım sabah 5 gibi. Yatmadan birkaç saat evvel dikkatim oraya buraya dağılmaya başlamıştı bile. Artık, akla mukayyet olma mekanizması mıdır nedir oturdum bir sürü Grup Vitamin şarkısı dinledim. Sonra bir yazı tivitlenmişti, eksik kalır mıyım onu okudum. Okumaz olaydım da eksik kalaydım. Beş yıl önceki sesimi duydum yazıda. O zamanlar adına Aşkın Diyalektiği deyip on sayfa döşendiğim konuyu bir sayfada sermiş kadın. Olmayacak iş olduğundan değil, bilakis, biz dili pabuç misali kadınların eline bir de kalem vermeyegör. Lakin, eski bir ikilemi tuttu çıkardı su yüzüne: Sevgi neydi? Çıkarması bir şey değil, geçeceğini de vaat etmiyor, ikilen dur diyor. Oysa düpedüz çocukluktu, büyüme sancısıydı buna kafa patlatmak. Türkan Şoray'ın finali diğer türlü oynamak istemesi de mi çocukluktu? Evet. Hain adamlar sürüsü kurucu üyeleri Atıf Yılmaz ve Aytmatov.

Yirmi yaşındaydım ve aşka inanıyordum. Oysa emeğe inanarak ve tüm sorumluluğu da alarak vermiştim kararımı. Bahsi yükseltmiş, kendime meydan okumuştum. O yüzden çıkıp, o yazıya, "hayır o kadar basit değil" deme hakkım var şimdi. Çünkü değil. Ahmet Mekin-Kadir İnanır geçerli bir dikotomi değil. Diğer bir deyişle aşk ve emek birbirlerini kat'i surette dışarıda bırakan ve iptal eden değil, son derece geçirgen kategoriler. Hepsi, her şey öyle. Yaşarken, yaşaması kolay olsun diye basitleştirebiliriz elbette ve meşruiyetinden sual olunmaz bunun. Lakin bu ne yazgı ne de aptallık, bu bir seçim. Nar gibi mi kalbin ve bunu kabul edecek kadar var mı cesaretin, arkasında duracaksın. Sevdiysen sevdim diyeceksin, kaçtıysan da kaçtım. Klişeler insanın lehine değil aleyhine işler bu gibi durumlarda, medet ummayacaksın. Herkes her şeyi söyler, kulak tıkamaktansa gene zoru seçip hepsini bir bir dinleyecek, öyle okuyacaksın bildiğini.

Bildiğinin doğru olmadığını bildiğin halde ve yüksek sesle, tane tane okuyacaksın çünkü bazıları ancak böyle büyüyebiliyor. Kulak asarak, ket vurarak güdük kalınabilir ancak. Mesele varmak değil gitmek. Hatta sadece düşlemek, bulutların ardında ne olduğunu. Meraklı bir çocuk gibi, ne eksik ne fazla. Bir fazlası sorumluluk belki: Çıktığın bulutların üstünden serbest düşüşü göze alacaksın ve düşüp de kafayı kırmayasın diye ayaklarından tek tutan ailen ve yakın dostların olacak. Narkozsuz kalp ameliyatı gibi olanca şiddetiyle hissedeceksin her şeyi, sadece ölmeyecek hayatta kalacaksın. Gene de diyecekler ki insan değişmez, kandırma kendini. Coldplay dedi diye değil de Hegel ve Sting, tarihten bi halt öğrendiğimiz yok dediği için evirip çevireceksin biraz kafanda.

Sonra bir de baktım ki gücüm kalmamış "ama öyle değil" demeye. Hatta herhangi bir şey demenin sahiden de hiç bir faydası olmadığını fark ettim, öylece susuyorum. Bu susan halim, evet. Hiç bu kadar susmadım ben, susup oturmadım. Duruyorum şimdi, öylece duruyorum. Uzaklara dalıyorum. Yirmi yaşımı karşıma alıp diyorum ki "bak güzelim, Kadir İnanır zaten Kadir İnanır. Asıl darbeyi Ahmet Mekin'den alacaksın, uyu sen daha". Bunu duysa inanmazdı yirmi yaşım, bilmiş bilmiş gülümseyip "hayır" derdi, "aşk var", ve bunu derken farkına bile varmazdı aşk diye neyi kast ettiğinin.

Yirmi beş yaşındayım şimdi ve aşk vazgeçmemek.
Otuz yaşında ama genç gösteren ufak tefek bir kadın geldi geçen gün, bir şeyler söyleyip gitti anlamadım.
Avuçlarımı? Çıkarıyorum ceplerimden ve parmaklarımın arasından geçirip parmaklarını, sımsıkı elimi tutuyor rüzgar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder