13 Ağustos 2010 Cuma

Much ado about nothing #4

Siz kendine üstat diyen hain adamlar sürüsü, siz aldınız aklımı başımdan. Siz mesulsünüz bu durumdan. Ah sevgili Tanpınar, daha önce neden söylemediniz yollarımızın çok daha evvelden kesiştiğini. Şimdi ben, seneler sonra görüyorum ki size borçluymuşum saçlarımın karasını. Adıma şiir yazan adam bir şarkı olup aklıma girdiği için, bahtım saçlarımdan aydınlık olsun diye kapkara saçlarla gezdim kaç sene. Hem oldu hem olmadı. Şiirin son kısmıyla tanışmak da bugüneymiş: “Bir damla inciydi kirpiklerinde,/ Aşkın ıstırapla dolu rüyası/ Bir başka güzellik var kederinde/ Bir başka alem ki ruhunun yası,/ Sessiz incileşir kirpiklerinde.”

***

Akşam 7-8 gibi, batar ayak evin içine doluyor güneş. O zaman evet diyorum, insanın evi de kendine benziyor sahiden. Duvarların rengi, koltukların rengi, ahşabın rengi, kitapların, perdenin rengi hepsi, hepsinin payı oluyor bu ılık sarı akşam üstü huzurunda. Bir de piyano solosu olunca, tüm dünya dışarıda kalıyor. Ben içeride. Huzur mu? diyorum. İşte huzur. Telaş yok bu anda, sinir, stres, asabiyet yok. Hele dert, keder hiç yok. İnsanı içine çeken, sarıp sarmalayan ılık sarı bir huzur sadece. Sokak lambalarınınkinden farklı biraz. Sokak lambalarının sarı ışığında gençtim, çocuktum, aşıktım, deli deliydim. Tutkulu, huzursuz; huysuz taylar gibiydim. Ben yağmuru o sokak lambalarının ışığında izlerken geçti seneler ve boşa değil, gerçekten makbule geçtiler. Nasıl olmak istediysem öyle oldum. Neredeyse demeliyim çünkü kusursuz olamıyormuş kimse ve hiçbir şey, anladım. Dingin, durgun, ağır. Biraz kilo aldım ama ondan değil. Aksine bir güzel oldum. Hala pabucunu ters giydiriyorum kimi şeytanlara ya gene de en olmadık şeylere inanmak istemekten kendimi alamıyorum. Olsun, bu bahar epey mesafe kat ettim. Ama ne mesafe…

***

Balkonda çalışıyordum. Bir avuç denize karşı, malum. Bir avuç deyip geçmeyin, bu şehrin ışıkları alır götürür adamı. Hele bir de aksi vurmuşsa denize, dönüşün olmaz. Durdum. Acı bir türk kahvesi yaptım kendime. Bir sigara yaktım. Aldıktan sonra yüreğim dayanmadığı için bir kere bile dinlemediğim Münir Nurettin Selçuk cd’sini koydum. Bir yudum aldım, bir nefes çektim. Nedense gülümsedim. Fakat nihaventmiş Tereddüt, nasıl bilmedim diye içerledim kendime. Köfteci Doktor amcayı andım kahveyi pişirirken. Makamlardan en çok nihavendi sevdiğime orada mı kanaat getirmiştim yoksa en çok onu sevdiğim için mi hep nihavent kasetini koyardı ben gidince, bilemedim. Çok özledim Doktor amcayı. Köftesinden çok ağlaşmalarımızı ama. O söyler ben söylerim, o ağlar ben ağlarım. İçimi görüyormuş gibi gelir nedense. Bir bakışımdan anlar, bir bakışından anlarım, ağlarız. Bol soğanlı köfte yapar bana, yanına da ayran. Her seferinde içini açıp basarım acıyı ve her seferinde yanar dilim, ayran mayran kesmemecesine. Gene de basarım, dilim yandı deyip imtina etmem. Soğandan feragat etmek için çok mu geç diye düşünürüm. Zaten düşünürüm ancak. O benden feragat etmiş, ben soğandan mı edemeyeceğim. Sen soğanın cücüğü etmezsin kızım ayşec.

***

Gecenin tam üçündeyim. Sabahları -yeni âdet edindim- günün ilk ışıklarıyla yatmaya hazırlanırken açıyorum pencereyi, dışarı uzatıyorum kafamı ve nemin neredeyse asılı durduğu havadan derin bir nefes çekiyorum içime. Genişçe gülümsüyorum. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi sonsuza dek kaybetmemişim gibi. Her şeyi geride bırakabilir, yeniden başlayabilir ve her şey çok güzel olabilirmiş gibi. Onun gibi ama ondan değil. Sabah olduğundan, hepsi bu. Her şey boktan olsa da sabah olduğundan. Yani her şeye rağmen gene de sabah oluyor, güneş doğuyor filan çok acayip değil mi? Yadırgıyorum hala ama bir yandan da hoşuma gidiyor ne yalan söyleyeyim. Oysa sevmek, hiç geçmeyen bir hastalık, hiç kapanmayan bir yara gibiydi benim için. Sevginin geçmesi ne demek hiç bilmedim, bu yaştan sonra da bilemeyeceğim korkarım. O yüzden şaşıyorum ya hala sabah olmasına. Bir ben kadar daha ben kaybettim oysa (martılar da onayladı bu cümlemi. Simitlerinden epey bir çalmıştım, oradan bir garezleri olabilir). Bir ben kadar ben… Beni desene şuna, hala kime bu delikanlılık aptal kadın.

(http://fizy.com/#s/1ajao3 Ömrüm seni sevmekle nihavent bulacaktır..)

Not: Tanpınar’ın şiirleri hakkında söylediğimi geri alıyorum. "Sabah" şiiri mesela, ne güzel. Bir de Salzburg yapımı vişne likörü buldum evde. Bir de kenarda köşede duran plastik bir bardağı devirdim yanlışlıkla, misketler döküldü yere. Benim misketlerim, orada olduklarını bile bilmiyordum. Öyle işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder