30 Eylül 2010 Perşembe

Sabah Sabah Jacques Derrida

İnsanın derdi olmayınca yazması ne zormuş. Üstünüze afiyet derdim yok, evet. Daha doğrusu hepsini bilincimin altına altına süpürünce üstü cillop gibi oldu. Zaten mütemadiyen didiklenip irdelenmekten mustaripti kendisi, karnı doymuştur şimdi. Bu sefer de rüyalardan vuruyor puşt. Yoksa işgücüne dahil olmayan adamın sabah dokuzda işi ne allasen? Tabi ki kabus gördüm: Bir 1 Mayıs akşamı Taksim Meydanı'ndayım. Kabus bu ya polis insanları öldüresiye dövüyor. Meydan boşalmış, sokak lambalarının sarı ışığında görebildiğim bir kaç tanesi ama nasıl canhıraş. Yaşlı başlı insanlar bir de, yüzleri kırış kırış, gözleri yaşlı. Olayları izlediğim yerden kalkıp geliyorum yanlarına, elimden ne gelecekse. Epey yaşlı, Tatar gibi bir kadın kan revan içinde yerlerde sürükleniyor. Sonra haber spikeri bir kadın bitiveriyor tepesinde. Soğukkanlılıkla haberini yaparken eğilip kadının dilini tutuyor, elinde kalıyor dili. Ben tam 'bak görüyor musun kadın susturuldu, sesi alındı' filan diye dümdüz çözümlerken uyandım. Bunu görmesem iş bulduğumu görüyorum rüyamda. Dertsiz başımın derdi mukabilinden türlü çeşit rüyalar işte.

Kaçtı tabi uykum, 'bugünlük bu kadar' dedi. Hazır bir takım hacetler de hasıl olmuştu, iyi madem dedim kalktım attım elimi kütüphaneye, bir kitap yakaladım. Kitapsız olmuyor. Çocukluktan kalma alışkanlık işte. Şampuan muhteviyatı kötü gün dostu mesela ama kitap şart. Şart da...Derrida pek gitmedi ortama. Ta lisedeyken almıştım. On iki yaşıma gelip 'neymiş bu kapital? kapital'i okicam ben!' diye tutturan o şuursuz kafaya benzer bir kafayla tabi. Festival'de adamla ilgili bir belgesel izleyip etkilenmiştim diye anımsıyorum. Babam da Le Monde Diplomatique'te çıkan, küreselleşmeyle ilgili bir yazısını okutmuştu bir yaz. Yoksa nereden bileceğim (Beni tanımayanlar için biraz itici olabilir bu söylediklerim, farkındayım ama olan bu, ne yapayım. Benim çocukluğum, ilk gençliğim de böyle geçti). Biraz debelenip okuyamamıştım tabi. Ulan yer elması, ulan zırtapoz, senin etin ne budun ne ki Derrida okuyacaksın? Hiç işte. Şimdi bile -arkadaşımın dediği gibi- adamdan ne anladığımızı tam anlatamıyor, ancak hissederek biliyoruz ne demek istediğini. Hastasıyız, o ayrı.

Kitabın kütüphanemde bulunmasının hikayesi bu yani. Bir bok olduğumdan değil, eskiden beri haddimi tayin etmekte yaşadığım sıkıntıdan. İşte bu sabah böyle çok yersiz bir yerde okumaya koyulmuşken kitabı, rüyamın devamı gibi gelen şu satırlara rastladım:

Ancak, bir insanın öldürülmesinden mecazi bir anlamdan söz edermiş gibi söz edilemez, hatta o bir amblem mantığı içinde, bayrak ya da şehit retorikası içinde örnek bir figür olarak ele alınsa bile... Bir insanın ölümü kadar biricik olan yaşamı, bir simgeden başka bir şey, bir paradigmadan da daha öte bir şey olacaktır hep. Bir özel ismin adlandırması gereken de işte budur hep (s. 7).

(Derrida, Jacques. 2001. Marx'ın Hayaletleri: Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal. Çev: Alp Tümertekin. Ayrıntı Yayınları: İstanbul)



2 yorum:

  1. hadi bakalım. yazıya neyse de derrida alıntısına hadi bakalım-dı. tam da zamanında, tam da ölüseviciliğin tavanlarda, yenilen hurmanın birilerinin bir yerlerini tırmaladığı şu günlerde... hadi bakalım.

    YanıtlaSil
  2. Tam yeri ve zamanı gerçekten. Her zamankinden bile fazla.

    YanıtlaSil