Sevgili blog…aslında hep böyle başlıyorum söze ama sen duymuyorsun. Seni de kişileştirdim tam oldu. Çarpınca özür dilediğim eşyalarla bir olup örgütlenebilirsiniz artık.
Bugün benim yüzüm düştü. Ne zamandır iyiydim halbuki. Pazar araştırması için bile olsa katılımcı gözlem yapmak için indiğim sahada fırın müşterilerine gülücükler saçarak satış yapmaktan son derece memnundum. 6:50’de kalktığım sabahlarda bile küfretmedim 35C’nin peşinden koşarken. Deparıma anlam veremeyip nefes nefese vardığımda da gülerek “niye panik yaptın ki” diye soran 58A şoförüne bile küfretmeyip “işte ilk günüm de, geç kalmaktan korktum” diye 4 yaş masumiyeti gücünde cevap vermişliğim var.
Bugün fırından çıktığımda ise düpedüz homurdanıyordum. İçinde küçük bir Seda Sayan besleyen yeni gay arkadaşım Batu’yla (çok zeki olduğum için ismini değiştirdim) anlaşıyoruz anlaşmasına…arsızlığımdan “yaparım” deyip üstüme aldığım çeviriyi de istersem yarına kadar bal gibi yetiştirebileceğimi de biliyorum ama…içim huzursuz işte. Sanki ensemden tuttukları gibi sahadan alıp ofise, bilgisayar karşısına oturtmuşlar gibi mutsuzum resmen. Ben neden olduğunu biliyorum da anlatması zor.
Hizmet sektörü çok acayip. Bir yandan bol bol gülücük dağıtmaya ve o teyze senin bu teyze benim sevgi dolu bakışlar fırlatmaya (sevgi fazlam var) bahanem oluyor. Öte yandan ya bir terbiye yoksunu ergen ya da bir ucuz sarışın elimde kalacak. Yarım saattir bekliyormuş haspa, sen hangi takvimi kullanıyorsun bacım? ('bacım' yerine başka laflar geliyor tabi de hanımefendi çizgimden (!) çıkmayacağım) Kağıt poşete konsun yalnız. Konsun? Hayali arkadaşımı sen de mi görebiliyorsun ergen irisi insan yavrusu? Kim koyacak ben koyacağım poşete, konsunmuş. Sanki arşidükün kızı haspa!
Bunlar gene tecrübe, gerçi hepsi her şey tecrübe ama... Tatsız şeyler de oluyor arada. Kimseyi işinden etmeyecek zararsız bir araştırmacı olduğuma ikna edememişim mesela düzeyi biraz üstten bakan bir çalışanı. Yüzüme gülerken neler demiş arkamdan, pes. Duyduktan sonra bir yüzüm düştü bir daha toparlayamadım. İnsanlığa olan inancını fırında kaybetmek de bir garipmiş. Şimdiye kadar muhafaza edebilmiş olmam daha da garip ya neyse. Fırından ekmekleri çıkarırken elimi yaktığımda bu kadar acımamıştı. Aynada yüzüme bakıyorum da…şu tipe bak, bundan zarar gelebilir mi ya! Öte yandan hep böyle tipleri seçmezler mi alengirli işler için? Bebek yüzlü katil gibi. Katil değilim ki ben. Tamam, uşak da çıkmayayım hikayenin sonunda ama katil de olmayayım. Kimseye zararım dokunmadan işimi yapayım ben. İşimin ne olduğunun da ucunu kaçırdım ya neyse…
İnsanları sevdiğimi hissettirince onlar da beni seviyor ki ben insanların çoğunu severim, elimde değil. Bugüne kadar -şans eseri- bir sırtımdan bıçaklanma vakası yaşamadığım için (yahut öyle bir yaşadım ki ruhum hala sağır) aksi mümkün değil. Seviyorum yani, yapacak bir şey yok. Biri gülümseyince içim ısınıyor, öyle bir gülümseyeyim ki fırından yeni çıksın dünya istiyorum. Bazen başarıyorum da. Güneş açıyor, kuşların sesi, çocuklar filan. Bir gülümsemeyle dünyayı güzelleştirebiliyorsam neden yapmayayım bunu? Hem kendim, hem de başkaları için.
Tanımadığım, bu iş olmasaydı da hiç tanışmamış olacağım insanların hayat hikayelerini öğreniyorum bir bir. Bir bir çünkü bir sen anlatıyorsun bir onlar. Beleşe hayat hikayesi yok. 20 yıllık hayatının toplumca mahrem sayılan noktalarını pervasızca önüme seren Batu’ya yalnız bir kırmızı çizgi çektim otobüste ayak üstü. Kırmızı çizgim olduğunu da bilmiyordum, böylece öğrenmiş oldum. “Yanında maskülen kalıyorum” filan diyorum ama bir bakıyorum ki kaptırmış her cümleye “ay”la başlayıp “ayol”la bitiriyorum. Elinde maşasıyla içimden çıkmayı bekleyen kadını uyandırmış olsa da en güzel hikayemi bir sabah programına malzeme etmeye hazır değilim, hiçbir zaman da olmayacağım. Onun dışında biriktirdiğim hemen bütün hikayeleri ve kişileri biraz kolajlayarak da olsa teminat olarak sunuyorum karşımdakine.
Herkes benim gibi değil, insanlar teminat istiyor haklı olarak. 'Anlatayım da sen kimsin' der gibiler. Ben kimim, burada ne yapıyorum? Bazen ucunu ben de kaçırıyorum. Kimseye zarar vermeden yaşamak mümkün mü? Benim köye yerleşip domates biber patlıcan yetiştirme nedenim de bu olacak herhalde. Kavunun nedeni ise zaten belli.
Yalnız anladım ki ne hayat hikayesi ne de gülücük, bir insana müşkül anında –hem de üstüne vazife olmadığı halde ve karşılıksız- omuz vermekten, yani işten, emekten, dayanışmadan daha değerli, daha gerçek bir teminat olamaz. Alnımın koluma sildiğim teri de, minnettarlık belirten iki beylik söz de paha biçilemez. İyi ki de “elime mi yapışır”, “incilerim mi dökülür” bir insan olmuşum. Bölüşerek yemeyi öğrenmişim iyi ki. İnsanlara güvenmeye gelince…belki de onlar haklı. Belki de sahiden zararım dokunacak onlara ve bunu ben bile bilmiyorum ama onlar biliyor. Bunu düşünmemeye çalışıyorum. Aptallığımın düşüncesi hep rahatsız eder beni.
Bitirmem gereken bir çeviri işi ve gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var şimdi. Söyledim ya şu işten paramı alır almaz yemeğe götüreceğim annemleri. Öyle Nevizade’ye falan değil, İsmet Baba’ya. Cam kenarından ayırtacağım masayı. Ayırtırken de soracağım Âlâ serisi var mı diye. Gidince de öyle çupra levrek filan değil kalkansa kalkan isteyeceğim. Küçükken kullandığım adıyla “düğmeli balık”. Her şey çok güzel olsun istiyorum. En güzel şeyleri sunmak istiyorum onlara. Kendim için kıyafet, çanta, ayakkabı filan da almak istiyorum tabi ama aynı zevki vermeyecek, biliyorum. Bu zevki tatmak için yaşım biraz geç, onu da biliyorum ama başlangıç sayıyorum bunu. Kazanacağım üç kuruş paranın alabileceği en güzel şeyleri almak istiyorum annemle babam için. Oysa annem dolar al diyor. Daha 10 yaşımdayken topladığım bayramlıkları alıp gazeteyi açardım zaten önüme. Dolara, marka, franka bakar, hangisi kârlıysa bir koşu döviz bürosuna gidip onu alırdım. Şimdi de selvi boylu olduğumdan değil ama o yıllarda burnumdan aşağısını görebilen bir veznedar yok. Ne B tipi likit fon, ne dolar. Rakıya, balığa yatıracağım bu parayı. Gerisini alır kenara koyarım gene. Bir gün bir yerlere gitme hayalim için birikedursun önceki alın terimle birlikte. Paris…neden bu kadar uzak görünüyorsun gözüme? Sadece pasaportum çipli olmadığı için mi yoksa benden gizlediğin bir şeyler mi var? Kötü bir şeyse söyleme, tahammülüm yok. Elbet bir gün yeniden buluşacağız, o zaman söylersin.
Umarım bu çeviri tam not alır da hiç boş kalmam bundan sonra. Beni çalışmak kurtaracakmış haberim yokmuş. Aklım meşgul olsun yeter.
Önümüz Pazar. Önümüz 1 Mayıs. Manavdan limon almalıyım.