13 Haziran 2010 Pazar

Cadde-i Kebir'de Sabah

Böyle bir şey olmalı.. hayat böyle bir şey olmalı işte: Sevdiklerinle dolu koca bir ev.
Çok kalabalık, bir o kadar da eksiğiz. Kim eksik diye etrafa bakınırken çalan kapı ziliyle biraz daha tamamlanıyoruz. Ayrı bir ülke yahut ayrı bir şehirde, yani bundan başka bir iklimde ikamet eden arkadaşlarımızla dolu anılarımız var. Uzak mesafeler için kulak çınlatma en güzel iletişim aracı.

Bir Ferzan Özpetek filmi kadar şeniz. Humustaki pastırmanın kokusu, börülce ve patlıcandaki sarımsağın kokusuna karışmış, ona biraz da tütün ve bolca anason eşlik ediyor. Ardına kadar açık pencereden, perdeyi de havalandırarak, ara ara ferah bir rüzgar esiyor. Önündeki koltukta her kim oturuyorsa her esişte gözlerini yumup bir oh çekiyor.
Rakılar, buz kesmesinden ümit kesilmiş su dolu buzlukların üstünde sere serpe.
En güzel saki, insanın sevdiği imiş. İnsan her kimi çok seviyorsa rakı onun elinden daha tatlı imiş. Beni benden iyi bilen arkadaşım kadehimi doldururken bir kez daha anladım.

Ayrılsak da beraberiz dedim içimden. Eski sevgili de buna dahil. Arkadaş desen değil, sevgili desen hiç değil. Apayrı bir ilişki biçimi bu. Salonda bir sürü sevgili var, biz eski. Gene de didişiyoruz. Kavga etmenin keyfine sayesinde vakıf olduğumu unutamam. İçindeyken yıpratıyor, yaralıyor elbette insanı. Şimdi uzaktan sevgiyle anıyorum günlerimizi. Odanın bir ucundaki sandalyenin tepesinde, omuzları çökmüş, oturuyor. Bir yandan konuşuyor, bir yandan gözü televizyonda. Beckham'ı ekrana getirmedikleri bir ara ona baktım ben de. Tanıştığımız günü anımsadım, ona neredeyse her baktığımda çaresiz geliyor aklıma. Tanışmamızla beni tavlaması bir olmuştu. Aşk filan, bunlar güzel şeyler tabi ama onun tarafından tavlanmak tam bir keyifti.

Bara girerken, işte gene yapıyoruz dedim. Farklı olduğu kadar açıklaması da zor bir ilişki biçimi. Halbuki birlikte eğlenen iki insan bana son derece açık geliyor. Önümüzde dans eden üç kızdan biri elimden tutup beni aralarına katana kadar açıklama yapmam gereken kimse de yoktu zaten. En az benim kadar teklifsiz bu kızın ismi hayatta en sevdiğim isimdi. Sigara içmeye çıkarken bu sefer ben tuttum elini, ben de geliyorum diye. Hayal'in önünde ayak üstü, bir çırpıda anlatıverdi iki yıldır ilk defa gece eğlenmeye çıktığını, biten yedi senelik ilişkisini yeni yeni atlattığını. Bu bana yapılır mı diye feveran ederken bir Western sahnesi geçiyordu aklımdan: "Bunun hak etmekle bir ilgisi yok" repliğini sahiplenen eski bir dostuma ben sormak istedim bu defa: Peki bu bana yapılır mı? Arap gecelerinin en siyahı kadar siyah gözleri ve bahtından kara saçlarıyla güzel, alımlı bir kızdı. O da az cadı değildi, belli. Cadı cadıyı çeker, bu iş böyle.

Ayak üstü bir yabancıya hayatını, derdini anlatmak kadar çok az şey rahatlatır insanı gibi geliyor bana. Alkol aklını bağlayıp dilini çözüyor insanın. Liseden mezun olduktan bir kaç yıl sonra okulu ziyarete gittiğimde, çok sevdiğim bir hocamla kütüphanenin merdivenlerinde oturmuş sigara içerken hocamın, "sarhoşsa doğruyu söylemiştir" dediğini hatırlıyorum, "sarhoş adam yalan söylemez". Haklı, asla yapmayacağın bir şeyi yaptırtamaz ya da aklından hiç geçmemiş bir şeyi söyletemez sana içki. "Seni seviyorum" ya da "seni sevmiyorum" deme cesaretini verir sadece. Bu durumda ise yarasını gösterme, bak çok kanadı ama yavaş yavaş geçiyor diyerek hiç zorunluluğu olmadığı halde umut verme. Bir başkasının rahatlıkla ve haklı olarak sarhoş muhabbeti diye kulak asmayıp kaçacağı sözlerini can kulağıyla dinledim. "Kafam güzel" diye başlamıştı söze, bunun bendeki anlam karşılığı şuydu: Bir güzellik geldi ama sarhoş değilim, ne dediğimi hala biliyorum. Biliyordu da.

Eski sevgiliye iyilik ettiğim düşüncesiyle, onu gene bir kızla baş başa bırakarak evime doğru yola koyulduğumda sabah olduğunu fark etmemiştim. Böyle güzel akşamlarda saate bakmak çok yersiz oluyor zira. Bu gece bitmesin'i temenniden çok işleme konması kuvvetle muhtemel bir dilek gibi düşündüğümden olabilir. Sabah uyandığında o günü beğenmediysen "bugünü pas geçiyorum" diyebilirsin yahut o gece bitmesin istiyorsan sen istemedikçe bitmez. Bir aşamada elbette refah seviyesiyle yakın ilişkisi olmakla birlikte, esasen insanın kafasında çekilen bir restten başka bir şey değil. Saate bakmama hakkımı kullanmış, gene de bakmayı aklıma getirmeyerek yürüyordum İstiklal'de. Caddenin biraz boş olduğunu fark edince kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, hava aydınlanmıştı. Bu sabahı da gördük, diye geçirdim içimden. Hayata karşı bu minnet duygusu yeni hasıl oldu. Artık yaştan mı yoksa sağlığın laf olsun diye şerefine kadeh kaldırılan bir nane olmadığını idrak eder olduğumdan mı bilmiyorum.

Böyle bir şey olmalı.. hayat yani. Gene yalnız da yürüyor olsan, bu belli belirsiz gülümseme eksik olmamalı yüzünden. Yarın çok güzel olacak filan diye değil, olmayacak çünkü. Nazım'ın vaat ettiği güzel günlerin gelmeyeceğine uyanalı epey bir oluyor. Günlerin ne getireceği meçhul. Ne demişti eski sevgili? Her şey çok farklı olabilirdi. Ah ama elbette, her şey çok farklı olsaydı her şey çok farklı olurdu. Ama değil.
Bu.

Bu cadde, bu çöpçüler, bu sabah, ben... Bu.

2 yorum:

  1. Yapacak bir şey yoksa yapacak bir şey yoktur! Belki de en güzeli böyle :) di mi benjamin, evet cevat abi :)

    YanıtlaSil
  2. tasvirler pek güzeldi, pek sevdim bu yazıyı.

    YanıtlaSil