30 Ağustos 2010 Pazartesi
Much ado about nothing #5
28 Ağustos 2010 Cumartesi
Anywhere, Everything, Never, Forever etc.
27 Ağustos 2010 Cuma
Balon Beyaz Ben Balondan Beyazım
25 Ağustos 2010 Çarşamba
Re: FAQ
23 Ağustos 2010 Pazartesi
Pırt
22 Ağustos 2010 Pazar
never been modern: A Letter
never been modern: A Letter: "Everyone has a particular childhood story that is recited in every possible occasion, one that makes the listeners laugh and the parents pro..."
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Çok Yaklaşmış, Duyuyorum
19 Ağustos 2010 Perşembe
Sevgili blog
Rastlantı Yalanı
Yükleyen devoted2mimi. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!
17 Ağustos 2010 Salı
Değil mi?
16 Ağustos 2010 Pazartesi
15 Ağustos 2010 Pazar
Gerizekalı
13 Ağustos 2010 Cuma
Much ado about nothing #4
Siz kendine üstat diyen hain adamlar sürüsü, siz aldınız aklımı başımdan. Siz mesulsünüz bu durumdan. Ah sevgili Tanpınar, daha önce neden söylemediniz yollarımızın çok daha evvelden kesiştiğini. Şimdi ben, seneler sonra görüyorum ki size borçluymuşum saçlarımın karasını. Adıma şiir yazan adam bir şarkı olup aklıma girdiği için, bahtım saçlarımdan aydınlık olsun diye kapkara saçlarla gezdim kaç sene. Hem oldu hem olmadı. Şiirin son kısmıyla tanışmak da bugüneymiş: “Bir damla inciydi kirpiklerinde,/ Aşkın ıstırapla dolu rüyası/ Bir başka güzellik var kederinde/ Bir başka alem ki ruhunun yası,/ Sessiz incileşir kirpiklerinde.”
***
Akşam 7-8 gibi, batar ayak evin içine doluyor güneş. O zaman evet diyorum, insanın evi de kendine benziyor sahiden. Duvarların rengi, koltukların rengi, ahşabın rengi, kitapların, perdenin rengi hepsi, hepsinin payı oluyor bu ılık sarı akşam üstü huzurunda. Bir de piyano solosu olunca, tüm dünya dışarıda kalıyor. Ben içeride. Huzur mu? diyorum. İşte huzur. Telaş yok bu anda, sinir, stres, asabiyet yok. Hele dert, keder hiç yok. İnsanı içine çeken, sarıp sarmalayan ılık sarı bir huzur sadece. Sokak lambalarınınkinden farklı biraz. Sokak lambalarının sarı ışığında gençtim, çocuktum, aşıktım, deli deliydim. Tutkulu, huzursuz; huysuz taylar gibiydim. Ben yağmuru o sokak lambalarının ışığında izlerken geçti seneler ve boşa değil, gerçekten makbule geçtiler. Nasıl olmak istediysem öyle oldum. Neredeyse demeliyim çünkü kusursuz olamıyormuş kimse ve hiçbir şey, anladım. Dingin, durgun, ağır. Biraz kilo aldım ama ondan değil. Aksine bir güzel oldum. Hala pabucunu ters giydiriyorum kimi şeytanlara ya gene de en olmadık şeylere inanmak istemekten kendimi alamıyorum. Olsun, bu bahar epey mesafe kat ettim. Ama ne mesafe…
***
Balkonda çalışıyordum. Bir avuç denize karşı, malum. Bir avuç deyip geçmeyin, bu şehrin ışıkları alır götürür adamı. Hele bir de aksi vurmuşsa denize, dönüşün olmaz. Durdum. Acı bir türk kahvesi yaptım kendime. Bir sigara yaktım. Aldıktan sonra yüreğim dayanmadığı için bir kere bile dinlemediğim Münir Nurettin Selçuk cd’sini koydum. Bir yudum aldım, bir nefes çektim. Nedense gülümsedim. Fakat nihaventmiş Tereddüt, nasıl bilmedim diye içerledim kendime. Köfteci Doktor amcayı andım kahveyi pişirirken. Makamlardan en çok nihavendi sevdiğime orada mı kanaat getirmiştim yoksa en çok onu sevdiğim için mi hep nihavent kasetini koyardı ben gidince, bilemedim. Çok özledim Doktor amcayı. Köftesinden çok ağlaşmalarımızı ama. O söyler ben söylerim, o ağlar ben ağlarım. İçimi görüyormuş gibi gelir nedense. Bir bakışımdan anlar, bir bakışından anlarım, ağlarız. Bol soğanlı köfte yapar bana, yanına da ayran. Her seferinde içini açıp basarım acıyı ve her seferinde yanar dilim, ayran mayran kesmemecesine. Gene de basarım, dilim yandı deyip imtina etmem. Soğandan feragat etmek için çok mu geç diye düşünürüm. Zaten düşünürüm ancak. O benden feragat etmiş, ben soğandan mı edemeyeceğim. Sen soğanın cücüğü etmezsin kızım ayşec.
***
Gecenin tam üçündeyim. Sabahları -yeni âdet edindim- günün ilk ışıklarıyla yatmaya hazırlanırken açıyorum pencereyi, dışarı uzatıyorum kafamı ve nemin neredeyse asılı durduğu havadan derin bir nefes çekiyorum içime. Genişçe gülümsüyorum. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi sonsuza dek kaybetmemişim gibi. Her şeyi geride bırakabilir, yeniden başlayabilir ve her şey çok güzel olabilirmiş gibi. Onun gibi ama ondan değil. Sabah olduğundan, hepsi bu. Her şey boktan olsa da sabah olduğundan. Yani her şeye rağmen gene de sabah oluyor, güneş doğuyor filan çok acayip değil mi? Yadırgıyorum hala ama bir yandan da hoşuma gidiyor ne yalan söyleyeyim. Oysa sevmek, hiç geçmeyen bir hastalık, hiç kapanmayan bir yara gibiydi benim için. Sevginin geçmesi ne demek hiç bilmedim, bu yaştan sonra da bilemeyeceğim korkarım. O yüzden şaşıyorum ya hala sabah olmasına. Bir ben kadar daha ben kaybettim oysa (martılar da onayladı bu cümlemi. Simitlerinden epey bir çalmıştım, oradan bir garezleri olabilir). Bir ben kadar ben… Beni desene şuna, hala kime bu delikanlılık aptal kadın.
(http://fizy.com/#s/1ajao3 Ömrüm seni sevmekle nihavent bulacaktır..)
Not: Tanpınar’ın şiirleri hakkında söylediğimi geri alıyorum. "Sabah" şiiri mesela, ne güzel. Bir de Salzburg yapımı vişne likörü buldum evde. Bir de kenarda köşede duran plastik bir bardağı devirdim yanlışlıkla, misketler döküldü yere. Benim misketlerim, orada olduklarını bile bilmiyordum. Öyle işte.
10 Ağustos 2010 Salı
Sesin Senin
(Cemal Süreya, 16 Mayıs 1973)
Ben Leyla Hanım Nasılım
Günler geçiyor. Tek yaptıkları bu, geçmek. Ömür geçiyor, ben sadece bakıyorum. Tek yaptığım bu resmi geçidi izlemek. Artık resim bile yapmıyorum.
Önce karanfil ve tarçın kabuğu boyluyor kupanın dibini. Bolca kahveyi de üstüne yığıp ekliyorum sıcak suyu. Bir yudum alıp, uyumayacağım diye diretiyorum. Çoğu zaman yarım saate kalmadan sızmış oluyorum.
Oysa korkar oldum uyumaktan. Ya bir ölüm ya da bir öpücükle uyanıyorum. İkisi de öyle gerçek gibi ki dehşete düşüyorum. Ya hiç uyumamak ya da hiç uyanmamak istiyorum. Uyuyup uyanmak tarumar ediyor ruhumu. Uyandığı için ağlar mı insan, ağlıyorum.
İyiyim. Az vaktim kaldı. Elimden geleni yapıyorum. En iyisini de yapsam eksik olmayacak mı en nihayetinde. Her üzüntü, her sevinç, her uyanış gibi eksik. Bitince boşluğa düşeceğimi sanmıyorum, olsa olsa o bana düşüp kafasını yarar.
Vişne likörü yapacağım ama korkarım ki mevsimi geçiyor vişnenin. Hiç de sevmem ya vişneyi gene de yapacağım. Güzel olursa tüm sevdiklerime ikram edeceğim, olmazsa hepsini kafama dikeceğim.
Tanpınar’ın bütün şiirleri kitabını aldım geçen gün. Kabalcı’ya girmemle birlikte Promise çalmaya başlayınca hiç çıkmayacaktım aslında yukarı, dar alamet dışarı atacaktım kendimi. Atmadım. Kaçmıyorum artık. Böylece tesadüfen görüp aldım kitabı. Turgut’un bütün şiirleri ve Huzur’la yan yanalar şimdi. Geceleri ben de onların yanına kıvrılıyorum rahatsızlık vermeden. Beni sevmiş olacaklar ki sesleri çıkmıyor. Lawrence’ınkilerdeki kadar olmasa da ufak çapta bir hayal kırıklığı yaşadım Tanpınar’ın şiirlerinde, o yüzden kütüphanenin rafına terfi etti kendisi. Darılmaca gücenmece yok. Huzur kafi.
Çay demledim geçen gün. Nadiren demlerim. Hepsini bir başıma içeceğim diye ölüyordum çarpıntıdan. Sırf dem içmekle de alakası var sanırım ama bunu değiştirecek değilim. Yalnız çay demleme edimine içkin nasıl bir huzur varsa, içmesinden bile güzel demlemesi.
Bu kadar işte, hepi topu bu. Yazmaya değecek bir şey yok. Dedim ya günler geçiyor, ömür geçiyor. Geçsin, umurum değil. Yapmam gerekeni yapıyorum sadece, yapmış desinler diye. Olmam gerekeni oluyorum, olmuş desinler ve yetinsinler bununla. Doktora mı, onu da yaparım ne olacak. Maksat oyalanmak olsun, günler geçsin. Ben geçtim.
Fakat elbette biliyorum, saatler yüzünden hep. Yoksa gündüzleri çok neşeli bir insanım. Hava kararınca böyle tatlı küçük hüzün spazmları geçiriyorum. Sonra onlar da geçiyor. Ne geçmiyor ki zaten. Değil derin bir sızı, esamesi bile okunmuyor. Nisyan en sevdiğimiz yalan kendimize söylediğimiz. Hava, içim ve gözüm aynı anda kararınca aradan böyle satırlar kaçıveriyor. Görmezden gelebiliriz bence. İnsanlık hali deyip geçelim. Her şey insana dair değil mi?
Nereden çıktı bilmiyorum, “ilk taşı günahsız olanınız atsın” diye bir şey takıldı aklıma. Bir yerde görmüş olacağım, vahiy inmedi ya. Dini bir şeymiş, şimdi baktım. Nedense durup durup aklıma geliyor bu ara. Dinle minle işim olacağından değil ya vardır bir hikmeti. Hoşuma da gidiyor çünkü herkes günahsız ve biz melali anlamayan nesle heyhat aşinayız. Öyle ya, herkes günahsız ve herkesin keyfi yerinde.