25 Mart 2011 Cuma

Absürt Komedi ile Distopya

Üsküdar Amerikan Lisesi'nde okumuş olduğumu evvelden aşikar etmiştim. 11 ila 18 yaşımı o tarihi semtin asırlık binalarında ve bana ilk andan beri cennet bahçesi gibi gelen bahçesinde geçirdim. Bundandır ki kampüs kavramıyla ODTÜ'den evvel Üsküdar'da tanıştım. Başka türlüsü mümkün olamayacağı için hep bursla okudum. Burs aldığımı söylemek değil söylememek içimi ezdi hep. İyi bir okulda okumuş olmanın gururu, bir özel okulda okumuş olmanın sebep olduğu kızarıklığı asla silemedi yüzümden. Ülkedeki fırsat eşitsizliğinden tek başıma ben mesuldüm sanki. O yüzden olacak, burs detayını eklemekten hep bir medet, bir teselli umdum. Kimseye hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda olmadığım halde bunu aslında hak ettiğimi kanıtlamak için içten içe çırpındım durdum. Utandım çünkü. Görece fakirliğimizden değil -ki görece fakirdik ve bu, o yaşta bir çocuk için inanılmaz derecede yıkıcı olabilir. Neyse ki bu uçurumun etkilerinin üstesinden gelmeme yetecek kadar kendiyle ve dünyayla barışık bir çocuktum. Üstesinden gelemediğim başka türlü bir şeydi. 




Solcu ebeveynler ve onların sol çevresi içinde yetiştikten sonra kendini İstanbul'un burjuvazisiyle bir kolejde bulan hangi çocuk olsa durumun şizofrenisiyle baş etmekte zorlanırdı. O yaşa kadar kulağıma çalınanlardan, hamuruma katılanlardan tamamen farklı değerlerle karşı karşıyaydım. Kitap okudum. O 7 yıl boyunca sürekli kitap okudum. Bir daha hiç erişemeyeceğim bir açıklık, alıcılık, hız ve yoğunlukla. Din hocam sıra altından Troçki okumama pek memnun olmuyordu ama ben de kendisinden pek memnun olmadığım için eşitleniyorduk. Nazım Hikmet, Sartre, Platon, Aristotales, Jacques Prévert...eksik kalırdı, eğer okul kendi okuma listeleriyle tamamlamasaydı. Hem de çok eksik.


Mezun olduktan ancak yıllar sonra anlayabildim ki okul, herkesin almak istediği kadarını vermişti. Kimi Model United Nations'ı ya da basketbol kortunu almıştı. Ben resim atölyesine ve edebiyata sarılmıştım. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Shakespeare, Sophocles, Orwell ve daha onlarcası. Mrs Petkau'yı, Juliet'i hep bana okuttuğu için sevmezdim sadece. Bize düşünmemizi, hep eleştirel olmamızı söylediği için severdim. Gözleri hep sevgiyle bakardı, bir de o var tabi. Gene de homurdandığımı hatırlıyorum orta okulda: "Bu okulun derdi ne yaa, neden sürekli distopya okutup duruyorlar ki bize!"


Son zamanlarda sıkça anıyorum okurken söylenip durduğum o distopyaları. Özellikle de bir tanesini, Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451 adlı romanını. Gerçi bu klasiği anmak için öyle aman aman bir  eğitim almış olmaya lüzum yok. Gerçeklik öyle bir yol izliyor ki okumuş olup da anmamak elde değil. Dahası filmi de çekilmiş. Hem de Truffaut çekmiş 1966'da. Geçen sene hediye gelen DVD'si yanımda duruyor. Kitabını okuduysam filmini izlememek, filmini izlediysem kitabını okumamak gibi bir takıntım olduğundan bugüne kadar izlememiştim. Gün bugündür deyip aldım raftan. Filmin kapağında "YA BİR GÜN OKUMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜZ ELİNİZDEN ALINIRSA?" yazıyor. Dehşet uyandırmak istenmiş belli ki. Oysa biz bu dehşeti zaten yaşıyoruz ve ilk defa da değil. Kitap saklamanın cengaverlik sayıldığı ama yaz günü soba yakmanın da şüphe uyandırdığı zamanlardan kitap kürtajlarına terfi ettik yalnızca. 


Mesele, bunun artık bir distopya değil gerçeklik, bizim gerçekliğimiz olması. "Yok artık daha neler"lik bir durum kalmadı. Ertuğrul Mavioğlu'nun dediğine katılıyorum, bir deliye senaryo yazdırsanız bu kadar saçmasını yazamaz. Senaryo demişken, TRT1'in yeni dizisi Leyla ile Mecnun'un bir anda bu kadar tutmuş olması tesadüf mü? İlk anda, burada absürt işler tutmaz gibi geliyor insana. Oysa değil mi ki insan kendini arar sanatta, kendini görmek ister; değil mi ki gerçekliğimiz absürtlüğün sınırlarını zorlamaya başladı, bu absürtlüğü bize gösteren bir televizyon yapımına rağbet edilmesinden daha doğal ne olabilir? Absürt komediyle distopya arasında salınıyoruz işte. Hem son kertede gülmek vardır bizde. Gücümüzü yettiremediğimizin yüzüne, çaresizlikten ve sinirden de olsa basarız kahkahayı. Ağlamak kâr etmeyeceği için güleriz ağlanacak halimize. Söz uçar, yazı imha edilir, biz güleriz. 


Belki de yanılıyorum. Arasında salınmıyoruz. Ya da öyle bir salınım ki bu, absürt komediyle distopya vuslata ermek üzere. 



1 yorum:

  1. o değil de ben cidden absürd komedilerin hastasıyım, fırsat bulup leyla ile mecnun'u izleyemiyorum ama absürd iyidir. candır. diğerleri sıkıcı zaten.

    YanıtlaSil