Erkekler duyguları hakkında konuşmayı sevmiyorlar mı yoksa beceremiyorlar mı emin olamıyorum. Emin olduğum tek şey, konuşmak için bana gelecekleri. Kendim hakkındaki bu gerçeği lisedeyken öğrendim. “Bize anlatmaz” demişti en yakın arkadaşları. “Onlar anlamaz” demişti onlar için, “yalnız seninle konuşabiliyorum çünkü sen anlıyorsun ve yargılamıyorsun”. O zamanlar bunun arkadaşlığımıza özgü bir durum olduğunu sanmıştım. İçimde ne varsa nefes alıp verir gibi dışa vurabildiğim için bunun başkaları için güçlüğünü idrak edemiyordum. Bugün, aradan kaç yıl geçmiş olduğunu fark ettim. Birlikte büyüdüğüm arkadaşım, eskiden aşık olduğum, çıktığım ya da çıkmadığım, hatta akrabam… erkekler benimle konuşur. Konu çoğunlukla kötü giden ilişki ya da atlatılamayan ayrılıktır. Onu hayata dair derin kaygılar izler. Yardım edemesem de çok güzel dinlerim. Bilirler. Umursadığımı belli ederim. Çok mütevazı beklentilerimiz var aslında: dinlenilmek ve umursanmak. Anlaşılmak o kadar mütevazı değil. O da benim işim.
Kesinlikle şikayet etmiyorum. Bilakis, gururum okşanıyor. Hem laf arasında kaptığım iltifatlar da cabası. “Birlikte rakı içilecek kadın”, o benim. Eğlenceli ama kadınsı tavrını koruyabilen. Olgun? Bunu ilk defa duyuyorum. Kelimenin gerçek anlamını karşılamadığıma göre kibarca yaşlı demek sanırım. Her gün yeni kızlar dünyaya gelirse olacağı buydu. Bazen içten içe eğleniyorum bu durumla. Hatta bir gün bir kadına “sevgilinizi mi arıyorsunuz? Endişe etmeyin, benim yanımdadır” demek istiyorum. Nasıl olsa ölümüm kıskanç bir kadının elinden olacak, bir eksik bir fazla ne fark eder. Bilseler ki patlak frenli külüstür bir kamyon gibi bayır aşağı sona yaklaşan ilişkilerin devam etmesinden, hemen pes edilmemesinden, emek verilmesinden yana olan benim. Gene de yaranamazdım eminim. Neyse ki bunu dert edinmeyi bırakalı epey oluyor.
Amma kibirli yazdım değil mi? Burnu düşse yerden almayacak küçük bir femme fatale. Hikayenin hep yanlış anlaşılmış gizli iyi kadın kahramanı. “Onsuzluk ondan bile beter olan”, görüp görülebilecek “en kadın insan”. Kendi bir türlü dikiş tutturamadığı halde iki kadehten sonra midyeyle kalamarı bağlılık yanlısı söylemlere bandırıp yemeye başlayan, üçüncü kadehle birlikte ahlak ve etik ara sıcaklarından dem vurup, masadan kalkarken de ilişkinin en güzel bir şey olduğu ana fikrine paltosunu tutan küçük kadın. “O zaman sen neden bekarsın?” diyen olursa da “boş ver, sen dediğimi yap, yaptığımı yapma” derim.
Kibir filan değil aslında. Hoşuma gidiyor işte. Anlayacağımın, önemseyeceğimin, güvenilebileceğimin bilinmesi hoşuma gidiyor. Eski sevgilimin, ışıldayan gözlerle gelip birine aşık olduğunu anlattığında kendisi adına gerçekten mutlu olacağımı bilmesi hoşuma gidiyor (bu kampanya herkesi kapsamıyor). Bir diğerinin hayata dair basit ama büyük korkularını, adını koymakta zorlandığı varoluş kaygılarını küçümsemeyeceğimden emin olması hoşuma gidiyor. Aslında yaptığım bu galiba. Adını koymakta zorlandıkları şeyleri tanımlayıp adını koymalarını kolaylaştırmak. Kadınlar olarak kafamız sürekli duygularımızı tanımlamaya çalışmaktan karışık olduğu için bu işte uzman sayılırız.
Hoşuma gitmeyen şeyler de var. Saatler ilerledikçe değişen bakışlar gibi. Kötü giden şeylerin çözümü ben değilim oysa. Benim kendime hayrım yok, kime olabilir ki? Layıkıyla yapabildiğim, elimden gelen tek şey dinlemek ve anlamak. Belki biraz da gülümsetmek ama hepsi bu. Daha yüksek beklentilere cevap veremem. Kaldı ki pek mükemmel olmadığım da ortada. Herkesin arkadaşı, kimsenin sevgilisi. Bunu ben seçtim. Bu kadarım. Elimden gelen bu kadar. Şarkıların söylediği o kadınım ben, neşeli başlayıp gamlı biten nihavent şarkının ta kendisiyim hatta. Değilsem de şu an öyle hissediyorum. Hislerimizin adını koymakta uzman olduğumuzu söylemiştim ama değil mi ?
aynen!
YanıtlaSil