14 Mart 2011 Pazartesi

Her Kışın Sonu Bahar

Sırtımı yarılayıp sabırla belime uzanan saçlarımı özenle zapturapt altına aldığım lastik tokayı iplemeyen firari perçemleri gelişigüzel yatıştırmak için elimi başıma atıp da güneşten ısınmış saçlarımla karşılaşınca anladım ki bahar gelmiş. Sabah saati olmasına karşın yüzümü artık kesmiyor soğuk hava. Serin bir bahar havası öpüp kaçıyor sadece. 


Her kışın sonu bahar da...bu kaçıncı bahar? Bilmiyorum, saymayı bırakıyorum artık. İstanbul öyle güzel ki yerli yersiz gülümsüyorum. Gülümsememek elimde değil. Sevmemek gibi. 


Boğaz turlarımız başlamıştır.




"Gittin gideli bebek" ördekleri rontladım.


Anlam veremediğim bir şekilde ağ seviyorum. Özellikle sahildeki bankları fotoğraflama arzumdan sonra bir de bu çıktı başıma. Renkleri sanırım.




Sahilin muhtelif yerlerinde köpeklerin kimi o şekil kimi bu şekil abidik gubidik vaziyetlerde sere serpe yatıyorlardı. Sanırsam bu anlarda en büyük dertleri güneşe ne taraflarını verecekleri idi. Fakat güneş, serin serin esen o hafif rüzgarla sözleşmiş gibi öyle tatlı ısıtıyordu ki "sen de haklısın" dedim köpeklerden birine. Hangisine hatırlamıyorum.


Sonra Aşiyan'a vardım elbette. Her defasında yol yorgunluğuyla kendimi külçe gibi bıraktığım, hatta sere serpe yatıp bacaklarımı da tepesine uzattığım bank bir güzel göründü gözüme, onu da çektim. 
Âdetim olduğu üzere mezarlığa uğradım yine. Girer girmez emin adımlarla sağa yönelince ilişmiyor asık suratlı görevliler. Yine ayakucuna oturdum üstadın. Çok geçmeden küçük beyaz çiçekler açacağını bildiğim bitkinin yapraklarını sevdim uzun uzun. Toprağını okşadım. Konuşacak oldum, ne diyeceğimi bilemedim. Her şeyi bilen adama ne denir ki? En iyisini sen yapıyorsun üstat deyip ben de katıldım suskunluğuna. Tam gözlerim doluyordu ki bir sesle irkildim. 
- Aileden misiniz?
- Hayır. 
(Bir açıklama yapmamı bekledi sanırım ama söyleyecek mantıklı bir şey gelmedi aklıma. Nasıl olsa devam edecek dedim. Etti.)
- Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli, Attila İlhan da burada yatıyor.
- Biliyorum...ama işte hep Münir Nurettin'e uğrarım ben. Onları da aradığım oldu ama bulamadım bir türlü. Size zahmet olmazsa...
-Tabi tabi, buyurun... Edebiyatla ilgilisiniz herhalde?
- Eh, severim tabi. Musikiyi de. 
- Bakın bu Tanpınar, bu da Yahya Kemal. 
- Doğru ya. Hemen girişte solda olduğunu söylemişlerdi.
(Söylemişler miydi? Çoğullar mıydı bana mezar yeri tarif edenler? Peki ya ben nasıl olup da görememiştim burnumun dibindekini bunca zaman? "Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında". Doğru ya...nasıl göremedim. Yahya Kemal'e ne demeli? "Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter." Gözümü mısralardan ayırıp yukarı kaldırınca bahsettiği serviyi gördüm. Gülümsedim.)
Sonra o güne kadarki mezarlık görevlilerine benzemeyen güler yüzlü abiden beni Orhan Veli'ye götürmesini rica ettim. Yüzüne büyük gelen yeşil gözlerinin içi gülüyor, yersiz bir güven veriyordu insana. Peşine düştüm. Yolda "Bedia Muvahhit'i bilir misiniz?" diye sordu. "Bunu nasıl sorarsınız!" der gibi bakarak "tabi bilirim" dedim. "Hemen solunuzda" diyerek gösterdi. 
Sanki Aşiyan Mezarlığı'nda değil de tekmil sanat camiasının buluştuğu bir balo salonundaydık. Takdimine lüzum görülmeyen çömez bir muhabirmişim gibi camia, onları rahatsız etmeyecek bir mesafeden tanıtılıyordu bana. Ben de hayranlıktan kamaşan gözlerle onlara bakıyordum. 
Epey bir çıktıktan sonra Orhan Veli'yi gördüm nihayet. Abi bizi yalnız bırakarak aşağı indi. Oturup, ayakucunda biten en geniş yaprağı sevmeye koyuldum. Yaşarken kim bilir kaç kadın böyle şefkatle sevmiş olmalı ellerini; böyle sıcaklıkla, sevgiyle. Çok da yaşamadı ya, şansına küssün benle idare edecek bugün. Başucunda kuru çiçekler vardı. Bir dahaki sefer ben de getireyim. Dibinde de gül bitmiş ama dikenli dallardan ibaret şu an. "Sonra görüşürüz Veli'nin oğlu Orhan Veli, ben gene gelirim". 
Baharın ilk günü. Halbuki daha çok göreceğiz bu günlerden. Tabi belli mi olur, orası ayrı. İlk aşk gibi. Baharın ilk günü yani. Güneşin içimizi tatlı tatlı ısıtacağı günler art arda sıralanmış ama hiçbiri bugüne benzemeyecek, bugünün tadını vermeyecek hiçbiri. Çok güzel günler göreceğiz. Denizin pırıltısı, kuşların cıvıltısı, ılık havayı saran çiçek kokuları aklımızı başımızdan alacak ama hiçbiri baharın bu ilk günü olmayacak. 

  

5 yorum:

  1. Aşiyan'ın ismine bile bayılırım ben ve bir de ağlardaki yosun kokusunu severim.
    Yüzüne büyük gelen yeşil gözleri betimlemesine ise bayıldım.

    YanıtlaSil
  2. çok bayılmışım bu yorumumda onu farkettim sonradan.

    YanıtlaSil
  3. yok yok bende de genel bi bayılma hali vardı bugün. o yüzden bayıla bayıla yazdım. imambayıldı, o derece.

    YanıtlaSil
  4. özür dilerim, bazen kendime engel olamıyorum.

    YanıtlaSil