24 Aralık 2010 Cuma

All I Want for Xmas

Üslubum kadar rahatlayabilseydim ben de keşke. Halbuki imzalar atıldı, oy birliğiyle “bu tez olmuş” denildi. Kala kala az bir ekleme-düzeltmesi, onu hocaya yeniden göstermesi, format kontrolü ve gene imzalar, imzalar kaldı. Bunlar da bir şekilde hallolacak, biliyorum. O zaman hala ne bu huzursuzluk? Ankara basmaya başladı sanırım. Hatta bölüm. Hiçbir şey pürüzsüz iyi ya da pürüzsüz kötü değil. Keşke yazıldığı gibi yaşanabilseydi hayat. O zaman bütün arkadaşlarım birlikte olurdu, var olduğunu bile unutmak istediğim adam bu isteğime saygı gösterirdi ve tezim ciltlenmiş olarak yazıldıktan-sonra-yüzüne-bakılmayacak-tezler rafında yerini almış olurdu. Öyle olmuyor. Aşk bitiyor, tez bitmiyor arkadaş. Yol gidiyor, ben gidiyorum, ömür bitiyor, tez bitmiyor.

Ama işe yarıyor. Tez yani. Dün gece fark ettim ki bundan bir makale çıkarmasam bile ekmeğini yiyebileceğim. Ankara’da bir mekan vardır -isim vermeyeyim- gece çıkıldı mıydı, eninde sonunda oraya gidilir. “Nereye gitsek, ne yapsak” konuşmaları usulen yapıldıktan sonra “kimi kandırıyoruz, tabi ki oraya gideceğiz” denilir ve gidilir. Herkes herkesi orada bulur. Tanıdığa rastlamamak imkansız gibidir. Dile kolay beş yılımı verdikten sonra kapıda “hoş geldin ayşec.” diye gülücüklerle karşılandığım yer de, Ankara’dan taşınmakta olduğumu söylediğim zaman rakı ısmarlandığım yer de burası. İnsan gençliğini ve karaciğerini bir mekana vakfedince, mekan da vefa sahibiyse bir geri dönüşü oluyor tabi. Yalnız dün geceki başka bir şeydi. Kapıdaki görevliler, vestiyerdeki çalışan derken en son mekanın ortağıyla sigara yasağı muhabbeti ediyordum. Bir onla tanışmıyorduk, tamam oldu. Küçük konuşmamızın sonunda -kara kaşım kara gözüm hayrına olmayacağına göre- denetimci olabileceğimden şüphelendiği için olsa gerek bir bira ısmarladı. Sahada edindiğim datanın gerçek olmasına çok güldüm. Bu “ısmarlama” işi şehre ya da mekana özgü değil. Neyse, sonuç olarak tezimin bu kadar somut bir getirisi olacağını hiç düşünmemiştim. Hoş, gene de bilimsel etik zart zurt diye başta istemedim ama saham değil bir şey değil, ne etiği dedim sonra. Su bile içmedim sahamda, eh bir bira alayım hadi.

Sırada bir CV hazırlamak ve gönlüme göre doktora programı bulmak var. Madem adamlar bende bir ışık görüyor, denemeden heba etmiş olmayayım bari. Doktoraya başvurmuş olayım da sonradan başımı dağlara taşlara vurmayayım. Nasıl olsa iş bulamam, başını vur dur artık oraya buraya. Tabi önce bir konu, bir research proposal lazım. “Ana akım hocalarla yapamazsın sen” gazını da almışım, kim tutar. İyice bir şey sanmaya başladım kendimi. Çok okumam gerek bu dönemde. İyice geriledim, saçma sapan bomboş bir şey oldum. En basitinden, çıkmayacağım Pandora’dan. Önceden aldığım Nietzsche ve Heidegger’i de keyif için okuyacağım artık. Jüri sırasında Dadaloğlu benzetmesi yapılan Foucault’yu da öyle bölük pörçük değil kitap kitap okuyacağım. Uslu bir sosyolog olursam bir gün Derrida bile okuyabilirim, aporialarını sevdiğim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder