20 Aralık 2010 Pazartesi

Tez Boğmacası #4


Sunum hazırlamıyor, tezimi Türkçe'ye çeviriyorum adeta. Nefes darlığım stres seviyemle doğru orantılı olarak arttı. Jüriden sıkılma sinyalleri aldığım halde sunumun hepsini yapmakta ısrar edersem panikleyecek ve orta okuldaki konuşma hızıma erişeceğim muhtemelen. Sinir katsayımı da hesaba katarsak hem yüksek sesle hem de tane tane fakat anlaşılması zor bir hızda konuşacağım muhakkak. 


Çok iyi olmasa bile en azından orjinal ve keyifli bir tez yazdığımı düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Bunu ben yaptım, ne kadar kötü olabilir ki diye elektroşoklar gönderiyorum egoma ama ı ıh, yemiyor. Bu gece geç bir saatte, bir destan uzunluğuna ulaşan sunum metnimi bitirir, yarın da üstünden geçerim. Sunum esnasında da muhtemelen göz ucuyla bakmaktan fazla bir yüz vermem metne. Sunum benim neyime zaten, doğaçlama insanıyım ben. Hocam da hazırlama demişti ama gardımı almadan gider miyim hiç? Pışık! Gözümden kaçan bir tutarsızlık kalmamış olsa bari. Buna dayanamam işte. 


Nasıl kısa keseceğim ben bu sunumu? Keyifli bir tezin sunumu daha da keyifli olmalı halbuki. Sıkıldıklarını görürsem paniklerim. Hocam gözümün içine bakarak pis pis sırıtacak muhtemelen, ben de ona bakmamaya çalışacağım. Arkadaşı çok insan bir akademisyene benziyor, ona bakarım. Beni dinlerken not alırlarsa da paniklerim. Her hamleyi taarruz gibi algılamaya yatkınım şu aşamada. Beni tanıyan iki hocam beni kışkırtıp sinirlendirerek eğleneceklerdir, bu provokasyonlara gelmemeliyim. 


Neyse neyse, bunları yarın düşünürüm. Çarşamba'ya daha çok var...hı hım, evet. Çarşamba'yı sel aldı, bir yar sevdim el aldı. Mesela. Ben sakinim. Sunumumu hazırlamayı bitireceğim ve ödül olarak bir bölüm Doctor Who izleyeceğim. Who deyince aklıma gelen tek şey World Health Organization. İstatistikler, akciğer kanseri, eğilimler, korelasyonlar...Şarkı ne güzel. Evet evet, şarkı. Koca bir yarınım var, koca bir yarınım var, koca bir yarınım var....Ya aptalsam, ya farkında değilsem? Ama hayır, aptal olduğumu fark edecek kadar zekiyim. Neyim ne? Paradoks mu bu şimdi! Ya beni üzmemek için kimse söylememişse aptal olduğumu? Ama ya o övgüler? Ne övgüye ne yergiye kulak asmayın diyen Kipling değil miydi? Ne de severim Kipling marka çantayı.


Biri şimdi önüme bir yüzde koysa o kadar rahatlayacağım ki: Aklın şu kadar, akılsızlığın şu kadar. Tamam diyeceğim, en azından biliyorum ne kadar olduğumu. Bu kadar hazır olduğum halde biraz mübalağa ederek anlattığım gerginliğimin sebebi sınanmaktan hoşlanmamam. Yarışmayı da sevmem mesela. Kendine güvensizlik mi başarısız olma korkusu dolayısıyla mükemmeliyetçilik mi bilmiyorum. Bütün muhtemel açıklamalar listeleniyor zaten aklımda. Konu bu değil. Sevmiyorum. Çıkıp da kendimi kanıtlamak zorunda olmaktan hoşlanmıyorum. Ondan sonra bana ukala diyorlar çünkü ters tepiyor. Ters teptiği eşikten sonra da burnum düşse eğilip almam. 


Şu sunumu hazırlamayı bitireyim de gerisini yarın düşünürüm. Scarlett O'Hara yöntemi. Onun da kendine hayrı varmış gibi, neyse. The Doctor gel jürime gir allahsız! Çok sıkışırsam TARDIS'e at götür beni bu diyarlardan ("bu diyarlar" meaning this time&space), companion'ın olayım. Gerçi matematik zekam sıfıra yakın ve koşarken üçüncü metrede tıkanırım ama olsun. Jürinin eline düşeceğime Sontaran'lara Dalek'lere yem et beni. Bilimkurgu bile sevmezken Dünyayı Kurtaran Adam teknolojikliğindeki diziye sardırma derecem inanılır gibi değil. Kahve, biraz daha kahve...Şarkı, şarkı çok güzel. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder