8 Aralık 2010 Çarşamba

İlk Gençlik

Durduk yere aklıma geldi. "İlk gençlik" terimini YKY'den çıkan bir kitabın isminde görmüştüm ilk defa. Pejoratif kullanılan "ergen" teriminin kibarcası gibi geliyor şimdi, incitmemeye, küçük görmemeye çalışanı gibi. 10-11 yaşlarımdayken okuduklarım geldi aklıma. Yeşil Kiraz'ı andım durduk yere. Türk filmi kafasına sahip olduğum için çok sevmiştim o zaman ama kızım olursa okutmam herhalde. Enid Blyton'ın Yaramaz Kızlar serisi vardı. Tenten kadar şevkle takip ettiğim tek seri belki de. Sonra Küçük Vampir serisi. Vampirleri hala bir korku teması olarak göremiyorsam ondandır. Şimdi gelip benim de penceremi tıklatsa hiç korkmam ki diye düşünürdüm yatarken. O dönem Füsun Önal da baya baya yazıyordu. Her kitabı ayrı bir cinsel devrim gibi kalmış aklımda. Sosyalize olduğum toplumun diliyle yazıp tam aksini söylüyordu her seferinde. Cinsellikten rencide olmamayı almışım ondan; cinselliğin atla deve, namusun iki bacak arasında olmadığını. Zaten biliyordum, farklı bir şey de söylememişlerdi bana ama o onaylıyordu. 13-14'üme geldiğimde sadık bir Leman-Lemanyak okuyucusu olduysam onunla bir ilgisi olmalı gibi geliyor şimdi. 


Ama aklımda yer etmiş o hayali karakteri hangi kitap ya da kitaplardan derleyip oluşturdum bir türlü bulamıyorum. Büyünce nasıl bir şey olacağımı çok merak ettiğim yıllardı. Belki 12 belki 13 yaşındayım. 90'larda gençliğini yaşamış grunge ablalarımız vardı önümüzde. Küpeli, deri ceketli sevgililerinin motorlarının arkasına atladığı gibi basıp giden deli dolu, asi, postal giyen, posta koyan ablalardı bunlar. Alaycı bakan gözlerinin içi gülen, kıvırcık saçlı, kısa elbisesi çiçekli, gümüş yüzükleri ve kolyeleriyle neredeyse resmini çizebileceğim kadar net ama hiç tanışmadığım ablalar. 22-23 yaşı temsil ediyorlardı benim için. O yaşın nasıl yaşanması gerektiğini. Ben nasıl olacaktım? Neye benzeyecektim? Nasıl bir hayatım olacaktı? Oha belki sevgilim bile olurdu! Platonik aşk makus talihim değildi belki de. Tellerimi ve gözlüklerimi çıkarıp gittiğim bir okul partisinde aslında ne kadar güzel olduğum anlaşılacaktı belki de (şişman da değilmişim meğersem). Hoşlandığım çocuk etrafındaki taş kızları arkasında bırakıp yanıma yaklaşarak dans etmeyi teklif edecek ve gerisi bir masal olacaktı. Hayal bu ya gecenin sonunda minik bir buse bile olabilirdi. Tabi ondan sonra gözü benden başka kimseyi görmeyecek ve biz sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık.


Doktora yapmam ilkokula başlamam kadar tartışılmaz ve doğal bir aşama olduğu halde üniversite çok uzak görünüyordu. O kadar yaşamam gibi geliyordu, hayal bile edemiyordum. Galatasaray Lisesi'nin kazanabilmiş olsam Paris'te moda okuyacaktım ama ya şimdi? Gene moda okuyacaktım ama nasıl, nerede? Mimar Sinan'a hazırlanmaya seneler sonra karar verdim. Ama ondan çok çok önce, daha 11-12 yaşımdayken -şimdi nereden esinlendiğimi asla çıkaramadığım- şu hayal meyal karakter ve gelecek kurgusu vardı aklımda. Tıpkı o ablalar gibi çılgın bir hayatım olacaktı. Dans edecek, eğlenecek, dağıtacaktım. Bu hisli genç kız ayaklarını bırakacak (bkz. iyi kız-kötü kız dikotomisi) gönlümce serserilik edecek, kimsenin de gözünün yaşına bakmayacaktım. Çirkin ve şişman olduğum için platonik aşklarımdan bulamadığım yüz ileriki yıllara oldukça katı ve acımasız sirayet edecekti. Buram buram rövanşizm kokuyordu hayallerim. Şu çirkin ördek safhası bir geçsin hepinizin burnundan fitil fitil getireceğim diye geçiyordu içimden. İşte o gelmesi beklenen çılgın yılların gazı bu kafa olacaktı. Sonra, aklıma nereden gelip yerleştiği bilinmeyen hikayeye göre onunla tanışacaktım.


Tıpkı o grunge ablalar gibi resmi o kadar netti ki oturup çizebilirdim neye benzediğini. Çoğul değil tekil bir figürdü ama o. Hikayeye göre deli dolu zamanlarımdan sıkılmaya, yorulmaya başladığım zamanlarda tanışacaktık. 24-25 yaşıma tekabül ediyordu bu da. Belki de kendimi bir takım belalar içine bulaştırmayı başardığım bir dönem olacaktı. Ben hiçbir şeyden tat alamaz, biraz da çaresiz bir haldeyken o gülümseyerek gelip "merhaba" diyecekti. Uzun saçları, küpesi, oduncu gömleği içinde düz renkli bir tişörtü vardı. Deri bileklikleri ve çok güzel elleri de vardı. En önemlisi gülümsüyordu ama sadece ağzı ya da gözleriyle değil, tüm varlığıyla gülümsüyordu ve sadece bana değil topyekun hayata. İlkin "bu ne be" diyecek fakat daha ilk görüşümde onun farklı olduğunu anlayacak ve içimden de olsa sarsılacaktım. Nasıl bir belanın içindeysem onu uzak tutmaya çalışacaktım fakat o her şeye rağmen yanımda olmakta ısrar edecek, beni bırakmayacaktı. Astım krizlerimde bile hayata bağlayacaktı beni. 


Sesi kulaklarımı okşayacak, teni dokunduğu yeri iyileştirecekti tenimde. Ten kokusu hayatımda duyduğum en güzel koku olacaktı. Kanepede sarılıp yahut biri diğerimizin kucağına yatmış vaziyette kitaplar okuyacaktık, bir sürü kitap. Öte yandan, huysuz bir tayla uğraşır gibi sabırla uğraşacaktı benimle. Ne yaparsam yapayım vazgeçmeyecekti. Tanışmış değil nihayet birbirimizi bulmuş gibi hissedecektik. Birbirini arayan iki yarım gibi. Aklıma geldiğinde hala inanamıyorum bazen. Sihirli bir kürede görür gibi görüyor, daha doğrusu yazıyordum geleceğimi. Bir kehanet ki kötü cadı da bendim iyi yürekli prenses de. Hafızamı gerçekten zorluyor fakat ne yaparsam yapayım bu hikayenin ve bu karakterin bileşenlerini hangi hikayelerden aparttığımı bulamıyorum. Bunu tek başıma durduk yere hayal etmiş olamam. Her ne kadar şimdi bakınca retrospektif bir kurgu gibi görünse de sahiden prospektif. Hatta evdeki hesap, çarşı pazar filan. 


İlk gençlik deyip geçmemek lazım, insanın hayal gücü ürkütücü derecede kuvvetli olabiliyor. Aklım fikrim aşkta meşkteymiş gibi görünüyor ama tam öyle değildi. Kariyer planımı 6 yaşındayken yapmıştım, o cepteydi. O plan geçerliliğini 18 yaşıma kadar kaybetmediği için hayal gücüm de serbest kalıyordu. Tabi sonra o serbest kalan hayal gücümü ve bok varmış gibi onu izleyen kalbimi sivilceli bir oğlan çocuğunun tekine duyduğum platonik aşktan topluyordum her sene. Ne de olsa oduncu gömlekli aşk bir gün gelecek ve beni tüm bu sivilceli saçmalıktan ve bunları da izleyecek olan bir üst beden saçmalıklardan kurtaracaktı. Modern bir peri masalı kurguluyordum sanki. Kimsenin beni bir kuleye hapsedeceği yoktu, ben kendimi bir hayata hapsedecek ve oduncu gömlekli prensimin gelmesini bekleyecektim. Geleceğinden zerre şüphem yoktu. Onu tanıyor, ona kayıtsız şartsız güveniyordum. Sadece tanışmamıştık, hepsi bu. 


Biliyorum, çok aptalca geliyor ya da ayaküstü uydurmuşum gibi ama değil. Ne kadar aptalca da olsa hayal kurabiliyormuşum o zaman. Az şey mi?  


(http://www.youtube.com/watch?v=oPHsu8nhwGk ah o mor elbise..)



5 yorum:

  1. la benim herşey tamam da kareli gömleğim yok modası geçti hem onların. küçükken vardı aslında bir tane de olur mu acaba şimdi

    YanıtlaSil
  2. biraz seksi durabilir ama denemeye değer onursal :)

    YanıtlaSil
  3. onursal yok ya onursal kim ananim o, ben yani

    YanıtlaSil
  4. tamam anani kardeşim, sen nasıl istersen. gizem iyidir, gizem. keza oduncu gömlek :)

    YanıtlaSil
  5. meslegim geregi giymem sakincali benim. adimiz cikmis dohuza kaldi mi ikiye

    YanıtlaSil