19 Aralık 2010 Pazar

Beyaz Hava

Gökyüzü beyaz. 
Kalbim kadar beyaz, bu sayfa kadar beyaz bu gökyüzünü bana ayırdığın için teşekkür ederim Ankara. Evden çıkmıyorum. Çıkarsam Kuğulu'ya yürürüm. İyice üşüyene kadar bir bankta oturur, sonra da kalkıp içebileceğim bir yer ararım Tunalı'da. Voodoo çok uzak, Random'la Kıtır çok yakın. Café des Cafés'ye gider sıcak şarap içerim muhtemelen. Gözlerim dalar gider, çıkaramam. O yüzden çıkmıyorum evden. Sanki jürimde the Doctor olacakmış gibi 4. sezonu bitiriyorum. 
Bu akşam başlayacağım sunum için hazırlanmaya. Ne diyordu Lefebvre'le Certeau bir bakarım, Foucault'yu kalben biliyorum zaten. To know by heart'ın çok pespaye bir çevirisi oldu bu, neyse. Yarın ve sonraki gün de kütüphanedeki karellere kapatırım kendimi. Bunalınca çıkar kırmızı koltuklardan birine oturur dışarıyı seyrederim. Aşağı inip bir kahve içer, tekrar kapanırım karele. Geri gelmeyecek sıradan bir günü özler gibi özlüyorum bu rutini. Kitapların arasında olmak müsekkin bir ilaçla aynı etkiyi ediyor, sakinleşiyorum. Her an geçmişin dev dalgalarıyla boğuşup boğulan ruhum baygın fakat nefes alır halde kıyıya vurmuş gibi huzur buluyor. Oysa ki okul, bu dev dalgalardan müteşekkil bir ada. Kütüphane, fırtınanın gözü oluyor bu durumda. 
Ece Temelkuran'ın yazısını okudum sabah. Aylin Aslım'ın bir şarkısına gönderme yapmış. Kullanıldığı diziyi düşününce zavallı şarkı dedim, ne yapmışlar sana. Gene de bilmiyorum, doğru gelmiyor. Geri gelir diyor şarkı. Geri gelmiştim de, fakat sabit alamazsın ne geri geleni ne de geri gelineni. Hem, geri gelmez herkes ve her şey. Misal, zaman. Geri alamayız, gelmez. Arkada gölgelerini, yankılarını, kokusunu bırakarak gider ve gider sadece. Sıcaklığını esirger ki hatırlayış bu kış günü kadar soğuktur hep. 
Ellerim soğuk, gökyüzü beyaz. Geri alınamayan, her an biraz daha geçip gidiyor. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder