13 Aralık 2010 Pazartesi

Tez Boğmacası #1

2 ay 3 haftadır sigara içmediğim bilgisi akciğerim ve kalbime ulaşmamış gibi görünüyor. Çay ve kahveyi de azalttığım halde çarpıntılarım devam ediyor ve nefes alıp vermekte hala zorlanıyorum. Eğer psikosomatikse sigaraya yeniden başlayacağım. Ha öyle ha böyle, bari keyifle. 


Yere yakın boyuma rağmen kilom ideal kilomun 10 kilo üstünde seyrediyor ve bunun beni jüriden çıkana kadar hiç enterese etmemesine karar verdim. Sonrasında arkadaşımın düğününe kadar taş olmaya da karar verdim. Zor karar veririm ama bir kere verdim miydi iş inada biner, yaparım. Kırmızı elbise taşıyacağım, kolay mı! Hem ayrıca bu kadar çirkin olmaya alışık değilim. O yüzden de ortalıkta fazla görünmemeye çalışıyorum. 


Ben büyüyünce bunu kimseye yapmayacağım. Hoca olursam ki olmayacağım ama olursam ve tez öğrencim beni cebimden, evimden ve ofisimden defalarca arıyorsa önemli bir şey olabileceğini düşünüp o telefonu açacağım. Fındık kadar beyniyle bok gibi bir tez yazmış bile olsa irtibatı koparmakla terbiye etmeyeceğim hiçbir öğrencimi. Müsait değilsem de o telefonu açıp müsait olmadığımı söyleyeceğim. Doç.'tan sonrasını kestiremiyorum tam, hele Prof.'tan sonra söz veremem ama Yar.Doç.'ken yapmayacağım bence. Yapmam yani. Hoca olursam ki olmayacağım.


İletişim çağıymış...peh! Mekan basmaktan iyi iletişim mi olur! Baskın basanındır diyerek aldım biletimi. Hazır Bolu kapanmışken, kar buz, tam zamanı. Good old Kamil'le Ankara yolları taştan. Mini topuklu yeni ayakkabılarımı giyer, biraz olsun hanım hanımcık görünürüm diyordum ama belli ki bu sefer de taa okulu kazandığım zaman aldığım dağcı botlarını geçirip Kocaayak gibi cirit atacağım ortalıkta. Karda buzda ne topuğu ne ayakkabısı. Ankara'nın soğuğunu bile özledim desem? Yerlerin buz tutması hariç...İstanbul'a benzemez hiç, ayna gibi olur, durduğun yerde kayarsın. Kabus. Aslında karışık hisler içindeyim Ankara'yla ilgili ama hislerime tahammülüm kalmadığından hiç girmeyeceğim şimdilik. His? Bok!


Tezi baştan sona okudum. Kendimi öpesim geldi. Ne cümleler yumurtlamışım öyle! Bazı yerlerde 5 sene önceki o salak ses tonum yok değil: "Böyleyken böyledir!". Lan bir sakin, bir ağırdan al, bu ne özgüven? Özgüven değil de bir cesaret var. Ne derler, samimi bir çaba. "İyi bir deneme" demişti tez hocam da. Kendi altından kalkamadığı şeyin ben kalksam gider Columbia'nın kapısını çalardım zaten "hu huu ben geldim bebişler!" diye. İyi bir deneme, samimi bir çaba olması egomu zedelemiyor şimdilik. Jüride illa ki yerle bir olacak, aceleye lüzum yok.


Keyifli bir tez olmuş. Etnografi olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yaptığım şeyin etnografi olduğunu da tezi yazdıktan sonra fark etmiş olmam...neyse. Okuması keyifli, bir şey söylüyor tez. Aynı lafı döndürüp dolaştırmıyor. 102 sayfa, kısa ve öz. Böyle böyle. Bir benzeri de yok. O güzel. Belki vardır, belki de ben bulamadım. Dışarıda bıraktığım bir ton teori olmalı...Bunları düşünmek öldürüyor beni. İyi de ne yazacaktım yani, dünyada göç mü?! Olduğu kadar ki olmuş bence. Bana sorarlarsa. Bana sorsunlar, çakayım altına imzamı geçireyim. 


Bazı yerlerde kullandığım üslup bilimsellikten uzaklaşmış biraz. Gösterişli yazmaktan sıkıldığım yerler oralar. "Eğlenmeyeceksem ne anlamı var" dediğim yerler. Bilim sıkıcı olacak diye bir kaide mi var? Ayrıca eğlendim dediğim biraz müstehzi bir üslup kullanmış olabilirim, hepsi bu. Çok az. Hocam "bu ne lan?!" demediğine göre kabul edilebilir bir seviyede tutmuşum. İnce alay, en sevdiğim. Bilimsel de olsa en nihayetinde bir metin bu, elbet bir ruhu olacak. Bazı yerlerde abarttığımı fark edip geri bastım zaten yoksa "alın götürün bunu edebiyat fakültesine" diye siyah takım elbiseli adamlar çıkabilirdi oradan buradan. Bir dakika ya, zaten Fen Edebiyat Fakültesi'ndeyim ben değil mi? Hayır ama işte, bölüm olarak edebiyat. 


Sürünceme uzadıkça kendi kendimi yiyorum. Kendi kendimi yemeye programlı gibiyim aslında. "Olmadı bu tez" diyorum, "teorisi sallanıyor hala". Kafasını birkaç kez masaya vurduktan sonra ne demişti ama hocam? "Savunabileceğin her şeyi yazabilirsin, tamam". Yazdım. Ya savunamazsam? Savunurum. Savunmuş olmak için değil inandığım için. Tezime inanıyorum. Zayıf yönleri elbette var, her bilimsel çalışmanın var. Ayrıca bu alt tarafı bir master tezi, intihal olmadığı sürece çok büyük bir problem çıkarmamalı bence. Olmadığına göre tamam işte. Bunu şu demiş. Eleştir. Bunu bu demiş. Eleştir. Bunu o demiş. Eleştir. Güzel demişler ama bence şöyle daha iyi. Küçük böcek. "Bence"ymiş! Sen kimsin ki? Farklı bir göz, daha fazlası değil. Böcek.


Bu şekilde yazarak birkaç A4 doldurmaktan korkuyorum çünkü yapabilirim. Stres seviyem o seviyede seyrediyor. Bu sefer okunması için değil ama sırf içimden atmak için bunu göze alabilirim sanırım. Çok korkuyorum. "Çalıştığın konuyu o odada en iyi bilen sen olacaksın" demişti hocam. Öyle de...yoğunlaşmadım ki de Certeau'ya, Lefebvre'e filan. Temellerini alıp oradan yürüdüm. Onlar da "Marx ne demiş?" diye sormayacaklar ya canım! Hakikaten dünyada göç olur o. Daralttık herhalde. Daralttık ama ben de darlandım. Asıl ithaf ettiğim hocam okursa ne düşünecek kim bilir...emeklerim haram olsun der mi ki? Ya derse? Bir de matah bir şey gibi ithaf ediyorum adama ama ya değilse? 


Ben küçükken...yani Derya Baykal henüz sadece tiyatrocuyken ve hatta Ferhan Şensoy da Varsayalım İsmail'ken, evde bulduğum ıvır zıvırları şimdiki Derya Baykal maharetiyle birleştirip bir şeye benzetir, evimize gelen misafirlere hediye ederdim. O zamanki kafamın içine girmeye çalışıyorum da...sevdiğim insanlara onları sevdiğimi göstermek için küçük de olsa emek sarf ettiğim bir hediye vermek istiyordum. Yoksa satıyor muydum lan? Yok yok hediye ediyordum. Bir gün misafirler giderken anneme geri verdiklerini mi gördüm yoksa evin içinde mi buldum bilmiyorum ama hediyemin kabul edilmediğini fark ettim. Kalbim çok kırılmıştı. Bu ithaf işini ona benzetiyorum şimdi. Sevgimi, saygımı, minnetimi, hayranlığımı...artık ne denirse onu ifade etmek için elimde bu tezden daha değerli bir şey yok şu anda. Onun da değerinden henüz pek emin değilim. Sonradan evin bir yerinde bulursam halim nice olur düşünmek bile istemiyorum. 


Karışık hislere gelince...Ankara ve hatta ODTÜ hakkında nasıl hissedeceğimi kestiremiyorum artık, ya da nasıl hissettiğimi bilmiyorum (bu kadar çok "his" deyince ne kadar itici oluyor değil mi?). Ankara, gerçekten aşık olduğum tek şehir (şehre aşık olmaktan bahsetmiyorum ama aşık olunca otomatikman şehir de bir güzelleşiyor tabi). ODTÜ'nün her köşesi ayrı bir anımı anlatıyor bana, yanından geçerken geriye sayıyor seneler ve sahneler canlanıyor bugünmüş gibi. Oysa bugün değil. Aksine çok, çok uzağım o günlerden ve o kızdan. Uzaklaşmak istediğim için uzağım, olmak istediğim insan oldum. Gene de geri alamıyorum zamanı. Öte yandan, geri almak istediğim zaman beni ben yaptı. Artık geri almak falan da istemiyorum zaten. Fakat işte bazı mekanlarda asılı kalıyor bazı zamanlar ve ben dönmek istemiyorum o mekanlara. İşin kötüsü bizim kampüsü İstanbul'dan bile çok sevdiğim, ev bellediğim zamanlar vardır benim. Ankara'nın o telaşsız, munis huzuru vardır. Belki bir anlam ifade eden geçmişten soyutlayarak düşünüp sevemez insan mekanları...ama ya anlamını kaybetmiş bir geçmişten? "Bütün özdeşlikler iptal!" desem iptal olur mu bütün özdeşlikler? Anlamını kaybetmesini istiyorum bir şehirden, çok şey mi istiyorum? Aşık oldum diyorum ya...aslında bir aşk varmış kafamda, onu yaşamışım ben, ona inandırmışım kendimi. Böyle baya metafizik falan, baya güçlü kuvvetli, baya derin bir bağ. Hepsini ben hesapladım, evet, ama hepsini yanlış hesaplamışım. Matematiğim oldum olası berbattır zaten. Böyleyken ne suçu olabilir ki bütün bir şehrin? 


Amma yazdım...buraya kadar okuyan olmuş mudur? Bence olmamıştır. Daha da yazmayayım. Fazla oldu. Yazdıkça dökülüyorum çünkü. Ne var ne yoksa döküyorum. "Ketumluk erdemdir" yazıp asacağım evin görünen bir yerine, bu ne canım! Kişisel hesaplaşmalar, bit artık. Tez boğmacası, sen devam. Az kaldı. 


12 yorum:

  1. bir süredir yorum yazmadım. hatta itiraf ediyorum: birkaç yazını okumadan geçtim. ama varsayalım ismail'i görünce yorum yapmadan duramadım. yorumum ne mi? hiiiç. "bu da geçer ya hu"

    YanıtlaSil
  2. :) eski bir arkadaşımı görmüş gibi sevindim resmen.

    birkaç yazım hariç hepsini okuduysan valla helal olsun. yalnız tez boğmacası serisi ismiyle müsemma, biraz boğucu olabilir. okumasa kimseye gönül koymam yani ama varsayalım ismail ne güzeldi yaa :)

    geçer di mi? evet evet, bence de geçmeli ya hu.

    YanıtlaSil
  3. aysec lan ben de korkuyorum. (oh be, rahatladim.)

    YanıtlaSil
  4. öyle deme, ben ne yapayım o zaman. sizin gene oturaklı konularınız var, gündelik hayat ne lan! tezin yarısı, mevzunun aslında hiç de kolpa olmadığını kanıtlamaya çalışmakla geçiyor zaten.

    tezzede anonymous şart. TA. o da teaching assistant gibi gerçi ama..

    YanıtlaSil
  5. kim evleniyo lan? (a.t)

    YanıtlaSil
  6. liseden değil bu sefer, üniversiteden.

    YanıtlaSil
  7. tezzede anonymous ben miyim?

    YanıtlaSil
  8. bence de ben şartım

    YanıtlaSil
  9. yok, alcoholics anonymous'ı teze uyarlayalım diyordu o. her anonimi üstüne alınma ama sen illa ki şartsın onursal :)

    YanıtlaSil
  10. sirf beni ifsa etmek icin her mesajinda onursal diye yaziyon ha

    YanıtlaSil
  11. aaa onursal sen miydin yaa?! :)
    olm sen de gizem yapma işte, almıyım gizemini.

    YanıtlaSil
  12. ulan ne gizemi ya herkes biliyo zaten.

    YanıtlaSil