14 Ocak 2011 Cuma

Kelimeler Kafi

İçme sonrası sersem sabahlardan biri. Yasak bir kere gündeme geldi ya her yudum direniş, her yudum biraz daha tatlı şimdi. 

AŞTİ'ye adımımı atar atmaz daha valizleri almak için otobüsün öteki tarafına geçerken demiştim arkadaşıma, "havasından mıdır nedir bira çekti canım". Çünkü Ankara öğrencilik ve öğrencilik de bira, dolayısıyla Ankara biradır. Bu anlamda dün bol bol hasret giderdim.

En güzeli Bahçeli'ye gidişimiz oldu. Taşındığımızdan beri ikimiz de uğramamıştık öğrenci evimizin semtine. İkişer bira içmiş kalkarken Limanlı Bahçe'den, az ötedeki evimize gideceğimizi sandık. Küçük tatlı bir an için. Limanlı Bahçe'den Beşevler metrosuna yürümek uzun zamandır bana en çok keyif veren şeydi. Mekanlarla kurduğum güçlü bağlardan bahsetmiştim ya işte öyle bir şey. Emek metrosundan Bahçeli'ye yürümek biraz azap olabilirdi aslında ama içimdeki boşluk ve yanımdaki arkadaşım korudu beni. Son yazdıklarımın palavra olmadığını iyice anladım. 

Belki şarkılara söz olduğu içindir ama oldum olası romantik gelir Ankara'da evi olmak, Ankara'da yaşamak, dahası Ankara'da yaşamış olmak. Gelmesi zordu, gitmesi ayrı zor geliyor şimdi. Gene de bir an evvel dönmek en iyisi. 


3. Cadde boyunca yürürken yoklama yaptık arkadaşımla. Tekel, tamam. Kuaför, tamam. Çiçekçi, tamam. Nasıl da park yeri bulamaz, sekiz defa dönerdik şurada...ve evimiz. Kim oturuyor şimdi? Ne kadar çirkin perdeler onlar. Klimt'imin olduğu yere ne asmış o öyle? Apartman kapısını yenilemişler. Hemen yanımıza Tekel, karşımıza Şok açılmış. Pes yani, biz varken neredeydiniz. Kim bilir kaç elli metreyi boşu boşuna yürümüşüz! Bir evin yakınında olması gereken her şey vardı caddemizde: kuru temizleme, tekel, kuaför, spor salonu, ptt, market, bankalar, kahve dükkanı, biracı, kozmetikçi ve caddemizin üstünde olmasa da elbette metro durağı. Ego bile aldık bu ziyaretimizde. Ankara'nın akbili. İndirimli ego için öğrenci kimliği kabul etmeyip ille de paso isteyen sinir gişe memuru bile yerli yerindeydi. Memur farklı ama sinirliği aynı. Hem öğrenci kimliklerimizi de iade ettik zaten. Kabul etse de gösteremeyiz. 

Sekiz sene sonra ilk defa ODTÜ öğrencisi değilim artık. Bir mezunlar derneği kimliğiyle kalakaldım. Sadece bir kart değil, tam anlamıyla kimliğimizdi o bizim. Biraz da ona içlenip içtik zaten. Bize bahane yokmuş gibi. İçerken de eskileri andık. Biraz kırgın, çok az buruk fakat sevgiyle, sükunetle. Birer yudum daha aldık. 

Beşevler metrosuna yaklaşırken iyice keyiflenmiştim çünkü aklım kendine oyunlar oynuyor, aradan geçen zamanın aslında geçmediğine inandırıyordu kendini. Tam şu eğimde tutan buzda her seferinde nasıl da kaymayı ama düşmemeyi başardığımı anıyordum ki B. dedi yine diyeceğini. Biz olsak da var işte 3. Cadde, olmasak da. Hayat devam ediyor. 

Basit gerçeklerin vuruculuğu. Bir ölünün ölü olduğunu belirtmek, yani bu ayan beyan gerçeği dillendirmek azaltmaz ölümün dehşetini. Zamanın geçip hayatın devam ettiğini söyleyivermek de öyle. Ayan beyan ve dehşetengiz.   


Henri Cartier Bresson'la yollarımızın kesişmesi ne kadar Tanpınarvariymiş. Etkisi altında kalarak saçımı siyaha boyadığım şarkı sözlerinin Tanpınar'a ait olduğunu çok geç öğrendiğim gibi HCB'nin de uzun zamandır hayatımın önemli bir parçası olduğunu yeni fark ediyorum. "İnsan 20-22 yaşındayken her şeyi fark edemiyor" diye çıkışmıştım anneme. Doğru değil, yaşla ilgisi yok bunun, aptallıkla var. Sadece benim gibi aptallar yaşamak zorunda anlamak için, bazıları cevap anahtarıyla birlikte doğuyor. Bilmiyorum, bana artık öyle geliyor.


(MFÖ'den geliyor...Kelimeler Kafi.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder