2 Ocak 2011 Pazar

Yapılmış En Aptalca Dalgınlık

"Yapılmış en aptalca dalgınlık" başlığına meze ettim kendimi bugün. Sözlükte yazmayacak, hatta söylemesem kimse bilmeyecek belki ama dalgasını geçmeyeceksem ne anlamı var? 


Öyle emindim ki bugünün Pazartesi olduğuna, aklımın ucundan bile geçmedi olmayabileceği. Ofiste olduğundan emin olduğum arkadaşımı arayıp uyandırdım; hocamı aradım, açmayınca söylendim bir posta. Sonra da okula gitmek üzere çıktım yola. Minibüs yerine taksiye binmeye karar vermiş olsaydım fark edince de bok sürdürmez, okula kadar giderdim. Neyse ki ellerim ceplerimde, daha sokağı yarılamadan beni kendime getirdi B.. Ona da bir süre inanmadım ya neyse.


İnsanın bir şeye inanmak istemesi inanılmaz bir güç. Benim gibi bugünün Pazartesi olduğuna tüm kalbiyle inanan on kişi daha bulsam bugünü Pazartesi kılabilirdik, yapabilirdik bunu. Çünkü neden? Çünkü tez boğmacası bitmiyor. Tabi ki benim bok yemem. Ankara'da bir haftayı boş geçirdikten sonra rüyamda tezi ve evimi görmeye başladım. Artık bir an önce bitsin istiyorum. Format check'miş, imzalarmış, ciltmiş...biter mi? Bitmez. Mezuniyeti, ilişik kesmesi...bitmiyor. Bu haftaya çok güveniyorum, bu hafta bitecek bu tez boğmacası. İşte o yüzden bugün Pazartesi'ydi. Dün çok Pazar olduğu için de olabilir, misafirliğin bokunu çıkardığım için de. 


Zaman zaman Mr. Bean'i aratmıyorum gerçekten. Dalgınlıklarım ve sakarlıklarımla işleri karıştırmakta üstüme yok. Öyle ki, dalgın ya da sakar olmadığım zamanlarda bile beklenti bu yönde olabiliyor. Tunalı'ya yürüyene kadar kendime aralıksız küfrettim ben de. Sonra Kuğulu'yu görünce azaldı sinirim. Ne zamandır aklımdaydı, oturdum bir banka. Kuğulu Park'ta tam bir Pazar'dı. Sonra kalkıp yürürken bir şarkı çaldı aklımda: "Tunalı'da gezinirken bizde bir kahvaltının tutkusu" diye. Ben de bir kahve dükkanında kahvaltı edip eve geri yürüyerek noktaladım bu küçük huzuru. Mahcubiyetim ve kendime kızgınlığım eriyip gitti Tunalı'yı izleyerek içtiğim Pazar kahvemin içinde. Son birkaç yıl boyunca kendimden o kadar şiddetli nefret ettim ki en azından böyle küçük salaklıklarımda kendime fazla yüklenmemeye çalışıyorum artık. Kendine öfkeli insan sürekli azarlıyor kendini ama azarlanmaktan nefret ederim.


Geçenlerde, blog yazdığımı söyleyince "insan nereye kadar kendinden bahsedebilir ki" diyen eski dostumu ve doktora konusunu düşündüm Cinnah'ta yürürken. Seçtiği konu özel hayatıyla doğrudan ilişkiliydi. Benim tez konum keza. Aslında hep kendimizi anlatıyoruz. Blog bunun sadece gayriresmi bir biçimi. En azından benim yazdığım öyle. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder