Pazar günü ilk cemre havaya düştü. İkincisi 27’sinde suya, üçüncüsü de Mart’ın 6’sında toprağa düşecek. Bu sene de sırf cemreler düşüyor diye mutlu olmayı bekledim ama nafile. Ece ajandasıyla aşkımız cemrelerin düşmesini söylediği için başlamıştı halbuki. Tabi sonra buna benzer bir çok şeyi. Son-cemre-yüreğime dönemi artık kapandı sanırım. Mitolojiden medet ummak en az meteorolojiden medet ummak kadar acınası. Taşı sıkıp umut çıkarmaya çalışmanın alemi yok.
Bugünlerde çok dalgınım, odaklanamıyorum. Neyse ki odaklanmam gereken çok önemli bir şey yok. ALES’e kafamı verememeye başladım (kafam girse?). Doktora konumun da master konum gibi gelip beni bulacağını umuyorum. İki gün haber izlemiyorum, gene bir ülkede isyan çıkıyor. Ben de dünya ahvaline karşı her gün aynı duyarlılıkta olamıyorum maalesef. Hele birilerinin birilerinden bahsederken gözlerini kısıp suratlarını buruşturarak nefret kustuklarını görürsem iyice soğuyorum. “Ne haliniz varsa görün” deyip geri çekiliyorum (sanki tüm dünya güzellerinin biricik arzusu olan dünya barışını ben sağlıyorum mesai saatlerimde!). Gündemi takip etmeyen sosyolog, borsayı takip etmeyen ekonomist gibi bir şey. Ayıp fakat olabiliyor.
Libya’ya gelene kadar kendi evimde kendi içime kapandım. Dalıp dalıp gidiyorum, ne cehenneme gidiyorsam. Libya değil, onu biliyorum. Polinomlar da değil. İnsanlarla buluştuğum zaman anlatacak şey bulamıyorum. Bu da bir garip ama alışmaya başladım. Millete anlattırıyorum. Dinleyiciliğimi iyice geliştireceğim bu şekilde. İstisnasız herkese “bende bir şey yok, sen anlat” diyorum çünkü yok. Aşk? Yok. İş? Yok. E tamam bitti zaten. Memleket? AKP seçimleri kazanacak. Dünya? Orta Doğu kaynıyor. Bu da bitti. Ne yapıyorsun? Hiç, duruyorum. Camdan dışarı bakıyorum. Müzik? Dinliyorum tabi, ama ne dinlersem dinleyeyim tek duyabildiğim derin bir sessizlik. “Keder, olan biteni olduğu gibi hissetmenin adıdır” yazıyordu bugün bir blogda. Bu, dedim.
Durduk yere bir taedium vitae hasıl oldu ama dur bakalım.
Altıncı hissi birazcık kuvvetli bir insan olsam “içimde bir sıkıntı var” diyeceğim. “Bir şeyler olacak” diye de kehaneti iliştireceğim ama… kütük gibi kadınım, en ufak bir fikrim yok. Hava azıcık daha ılık olsa “tam Ortaçgil havası” diye havaya sokacağım kendimi ama oradan da havamı alıyorum. Yapmam gerekenlere odaklanmadığım zaman kendime odaklanıp, kendimi irdelerim ekseriyetle. Onu da yapmıyorum çünkü kabak tadı verdi. Tadını aldığım kabak da hep benim başıma patlıyor. 8tracks’ten acoustic+indie+mellow diye aratınca çıkan mix’leri dinlerken dışarıyı izliyorum ben de. 5’er 5’er aldığım filmleri izliyorum arada. Yaşamıyor, zaman geçiriyorum. Bir ara gene bir şeyler başarıp beklentileri gerçekler (ALES’in iyi geçmesi? para kazanmak? doktoraya kabul almak?), sonra kaldığım yerden devam ederim zaman geçirmeye. Depresyon şımarıklıktan başka bir şey değildir der arkadaşım. Dingonun ahırına dönenden bahsediyor. Hak veriyorum ama bu o da değil. Şımarık bile olamayacak kadar pasif bir halet-i ruhiye. Bir durma hali.
Peki madem söyleyecek bir şeyim yok, ne demeye yazıyorum? Sanki hep söyleyecek bir şeyim olunca yazıyormuşum gibi…neyse. Her gün düzenli yazmayı sevdiğim için olabilir. Ne de olsa insan hayatına tanık olunmasını arzular. Tercihen sevilen biri ya da birileri tarafından. Ulu orta yazdığım için bu anlamda biraz teşhirci sayılabilirim. Ya da son yazdığım fazla duygusal kusmuk olduğu halde silmeye elim varmadığı için üstüne herhangi yeni bir şey yazarak onun üstünü örtmeyi amaçlıyor olabilirim. Bu da olabilir. Bazen yapıyorum bunu. Aksi halde, uzun bir sessizliğin izlediği son söylenen gibi havada asılı kalıp rahatsız edebiliyor beni. Rahatsızlığım ise “git başka yerde hislen lan, ele güne karşı...” çemkiriğine evriliyor ve eski fevriliğimin onda birini toparlayabildiğim takdirde blogu silivermek geliyor içimden. Gündüzü mü kaldı, düşü mü kaldı allasen.
“Semra, koy bir kaset de neşemizi bulalım!” Hakikaten ya, kaç kişi okuyor şunu, biri şöyle aydınlık güzel bir şarkı linki versin de neşemizi bulalım. Okur-yazar ilişkimize interaktif tat gelsin, bir heyecan gelsin. Hem bu ne canım, taedium vitae dediğin nedir ki? İki duble rakıya, bir neşeli şarkıya bakar! Yedik mi bunu? Yedikse e haydi şimdi bütün eller havaya!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder