Dün, yıllar sonra ilk iş görüşmeme gittim. Akşamında ise uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla Beşiktaş Balık Pazarı'ndaki Turgut Vidinli'de iki tek atarken dramatize ederek anlattığım seri sarışınlıklarıma gülerken nefesimiz kesilecek gibi oldu. Ayşec. Maslak Plazalar Diyarı'nda adlı kısa film, odamda süper ince siyah çorabın inceliğine homurdanmamla başladı. Güzel olmasına güzel. İnsan kendi bacağını rontlarken yakalıyor kendini ama kaçtı kaçacak. Kesin bu kadınlar yanlarında ekstra çorap taşıyorlar. İş görüşmesi üniformam olması için yeni aldığım hanım hanımcık elbiseyi giydikten sonra yakanın pek öyle cık'lık bir tarafı olmadığını fark ettim zira yakaya, göğüsleri korseyle tepsi gibi bastıran bir 18. yüzyıl Fransız kadını havası hakimdi. Böylece elbiseden "hanımcık" gitmiş "hanım" kalmış oldu. İK'cı arkadaşımın hatırlatmasıyla da az bir makyaj yapıp çıktım. Aksi takdirde kuaförden çıktığımda ABBA yerine Cher tadı yakalamış olabilirdim. Benden baskın olacağından tat beni yakalamış olurdu ya, neyse. Üç santimlik topuklu ayakkabılarımdan çıkardığım yedi santimlik topuk sesiyle vardım Plazalar Diyarı'na. Hazır üst geçitte kimsecikler yokken bılendaks kızlığımın zirvesine ulaştım. Ben takkada takkada yürüyerek, artık yavaş yavaş belime doğru meyleden saçım ise kâh zıp zıp zıplayarak kâh rüzgarla sağa sola savrulup dudağıma yapışıp kalarak hedefe doğru ilerledik. Baktım kafayı kaldırıp plazaların adını okumaya çalışırken ya araba çarpacak ya ben arabaya çarpacağım, sora sora sora sora buldum hedef plazayı.
İşte sarışınlığım tam burada, danışmadan aldığım ziyaretçi kartıyla başlıyor. O kadar dandik görünen bir kartta elektronik zımbırtı olduğunu ben nereden bileyim! Daha ilk kapıda çuvalladım. Tam kapının solunda yanan küçük ışığın ve altındaki zımbırtının bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını düşünürken arkamdan gelen hafif tombalak bir beyaz yakalı imdadıma yetişti ve kartıyla kapıyı kahramanca açtı. Hedef firma (arada puan topluyorum sanki!) iki kat aşağıda olduğundan önüme çıkan bir sonraki kapının asansör olduğundan hiç şüphem yoktu. O derece ki sağıma soluma, yanıma yöreme bakmadan ve deminki teknoloji kabızlığımı telafi etmek istercesine basıverdim düğmeye. Asansör zanlısı kapının ardında bir ofis ve çalışanlar belirdi tabi. Neyse ki kahraman beyaz yakalının hedef firması orasıydı da "yok ya ben girmiyim, başka zaman işalla" diyerek soldaki daracık merdivenlere attım kendimi.
Sonraki sahne focus grupların yapıldığı toplantı salonunda geçiyor. Danışmadan aldığım formu doldurdum, ebleh ebleh etrafa bakınıyorum. Sola bakınca kendi yansımamı gördüm ve refleksle ilk yaptığım şey, hafif renk veren sebzeli meyveli dudak nemlendiricimi çantamdan çıkarıp yansımama doğru ilerlemek oldu. Tam sürdüm düzeltiyorum ki birden bakış açım genişleyince duvarı bir uçtan bir uca kaplayan aynanın beni sadece bana değil, aynanın arkasındakilere de gösterebildiğini fark ettim. Durumu hafifletmek adına biraz "ehe"ledikten sonra aynanın diğer yanında tesadüfen kimse olmadığını umarak pıs pıs yerime oturdum.
Hikayenin geri kalanındaki tek sarışın, görüştüğüm İK'cı. Beni ikinci mülakata çağırmayı düşündüğü için kendisiyle pek alıp veremediğim yok. Doktora yapacağım için tam zamanlı düşünmüyorum dedikten sonra vaktini aldığım için kendisi benden kısa bir anlığına nefret etmiş olabilir, ona bir şey diyemem. Nitekim gemileri yakmadık. Yaşasın büyümekte olan kalitatif departmanlar! Pazar araştırmaları için aynı şeyi söyleyemem tabi. Kapitalizm beybi.
Gözüme başka bir firmayı kestirdiğim için de rahattım. O firmaya da "sizi gördüm beğendim, beni tanısanız siz de beni çok seversiniz" kabilinden bir mail attım şimdi. Onlar görüşmeye çağırırsa bu sefer elim ayağıma iyice dolanabilir, bir size-kalmadım tavrı sergileyemeyebilirim. Belki de çağırmazlar. Keşke çağırsalar. Henüz bilmiyorlar ama bence beni arıyorlar.
Bugün ilk defa başvurmadan iş teklifi aldım. Lakin CV'me fotoğraf ekledikten bir saat sonra aldığım bu müşteri temsilciliği teklifi beni kimi düşüncelere sevk etti. Fotoğrafçı fotoşopun gözünü çıkardı da elim yüzüm düzgün mü çıktı acaba diye tekrar baktım CV'deki fotoğrafa. Yoo, basbayağı armuda benziyor kafam. Komedyen kadın fizyonomimle tezat teşkil eden zorlama bir gülüş eşlik ediyor bu kaş göz çizilmiş armuda. Hem sen o kadar siyasi temsil bok püsür diye tartış, ondan sonra İK'cılar arasın müşteri temsilcisi olman için. Peeh...
Zaten hasta oluyorum bu giriş cümlesine: "Arayışınız hala sürüyor mu?". O kadar felsefi bir soru ki bir iki saniye kitlenip kalıyorum. Arayış derken? Aradığım ne ki, neyi bulmayı umuyorum? Aramak hiç biter mi ki? "E-evet, sürüyor... Hmm...ilgilenmiyorum, teşekkür ederim". İş aramıyor, iş reddediyorum adeta. Jennifer Lopez'in konuk oyuncu olduğu How I Met Your Mother bölümüne benzedi. Hayır, hayır, hayır...buna da hayır. Tam küfrü basmalık. Havan kime yabancı? Havam batsın da müşteri kimdir, nasıl temsil edilir...ne bilem ben. Gözü çıkasıca kapitalizm. Gerekirse onu da yapacağım tabi. Ama gönül istiyor ki kendi işim olsun. Vay efendim bir saha, bir etnografi, analiz et, rapor yaz filan. Gönül neler istiyor be İK'cı abla, arayış hiç biter mi? Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi?
O değil de ben bugün bu satıcıyı gördüm: "Çantanıza koyun isterseniz. Torbaya koyarsam eliniz üşür." Üsküdar'daki taksiciyi andım. Kalbimin kırılmasını istemiyordu o da. Fakat ellerim? Üşümesin? Vay başıma.
İşte sarışınlığım tam burada, danışmadan aldığım ziyaretçi kartıyla başlıyor. O kadar dandik görünen bir kartta elektronik zımbırtı olduğunu ben nereden bileyim! Daha ilk kapıda çuvalladım. Tam kapının solunda yanan küçük ışığın ve altındaki zımbırtının bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını düşünürken arkamdan gelen hafif tombalak bir beyaz yakalı imdadıma yetişti ve kartıyla kapıyı kahramanca açtı. Hedef firma (arada puan topluyorum sanki!) iki kat aşağıda olduğundan önüme çıkan bir sonraki kapının asansör olduğundan hiç şüphem yoktu. O derece ki sağıma soluma, yanıma yöreme bakmadan ve deminki teknoloji kabızlığımı telafi etmek istercesine basıverdim düğmeye. Asansör zanlısı kapının ardında bir ofis ve çalışanlar belirdi tabi. Neyse ki kahraman beyaz yakalının hedef firması orasıydı da "yok ya ben girmiyim, başka zaman işalla" diyerek soldaki daracık merdivenlere attım kendimi.
Sonraki sahne focus grupların yapıldığı toplantı salonunda geçiyor. Danışmadan aldığım formu doldurdum, ebleh ebleh etrafa bakınıyorum. Sola bakınca kendi yansımamı gördüm ve refleksle ilk yaptığım şey, hafif renk veren sebzeli meyveli dudak nemlendiricimi çantamdan çıkarıp yansımama doğru ilerlemek oldu. Tam sürdüm düzeltiyorum ki birden bakış açım genişleyince duvarı bir uçtan bir uca kaplayan aynanın beni sadece bana değil, aynanın arkasındakilere de gösterebildiğini fark ettim. Durumu hafifletmek adına biraz "ehe"ledikten sonra aynanın diğer yanında tesadüfen kimse olmadığını umarak pıs pıs yerime oturdum.
Hikayenin geri kalanındaki tek sarışın, görüştüğüm İK'cı. Beni ikinci mülakata çağırmayı düşündüğü için kendisiyle pek alıp veremediğim yok. Doktora yapacağım için tam zamanlı düşünmüyorum dedikten sonra vaktini aldığım için kendisi benden kısa bir anlığına nefret etmiş olabilir, ona bir şey diyemem. Nitekim gemileri yakmadık. Yaşasın büyümekte olan kalitatif departmanlar! Pazar araştırmaları için aynı şeyi söyleyemem tabi. Kapitalizm beybi.
Gözüme başka bir firmayı kestirdiğim için de rahattım. O firmaya da "sizi gördüm beğendim, beni tanısanız siz de beni çok seversiniz" kabilinden bir mail attım şimdi. Onlar görüşmeye çağırırsa bu sefer elim ayağıma iyice dolanabilir, bir size-kalmadım tavrı sergileyemeyebilirim. Belki de çağırmazlar. Keşke çağırsalar. Henüz bilmiyorlar ama bence beni arıyorlar.
Bugün ilk defa başvurmadan iş teklifi aldım. Lakin CV'me fotoğraf ekledikten bir saat sonra aldığım bu müşteri temsilciliği teklifi beni kimi düşüncelere sevk etti. Fotoğrafçı fotoşopun gözünü çıkardı da elim yüzüm düzgün mü çıktı acaba diye tekrar baktım CV'deki fotoğrafa. Yoo, basbayağı armuda benziyor kafam. Komedyen kadın fizyonomimle tezat teşkil eden zorlama bir gülüş eşlik ediyor bu kaş göz çizilmiş armuda. Hem sen o kadar siyasi temsil bok püsür diye tartış, ondan sonra İK'cılar arasın müşteri temsilcisi olman için. Peeh...
Zaten hasta oluyorum bu giriş cümlesine: "Arayışınız hala sürüyor mu?". O kadar felsefi bir soru ki bir iki saniye kitlenip kalıyorum. Arayış derken? Aradığım ne ki, neyi bulmayı umuyorum? Aramak hiç biter mi ki? "E-evet, sürüyor... Hmm...ilgilenmiyorum, teşekkür ederim". İş aramıyor, iş reddediyorum adeta. Jennifer Lopez'in konuk oyuncu olduğu How I Met Your Mother bölümüne benzedi. Hayır, hayır, hayır...buna da hayır. Tam küfrü basmalık. Havan kime yabancı? Havam batsın da müşteri kimdir, nasıl temsil edilir...ne bilem ben. Gözü çıkasıca kapitalizm. Gerekirse onu da yapacağım tabi. Ama gönül istiyor ki kendi işim olsun. Vay efendim bir saha, bir etnografi, analiz et, rapor yaz filan. Gönül neler istiyor be İK'cı abla, arayış hiç biter mi? Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi?
O değil de ben bugün bu satıcıyı gördüm: "Çantanıza koyun isterseniz. Torbaya koyarsam eliniz üşür." Üsküdar'daki taksiciyi andım. Kalbimin kırılmasını istemiyordu o da. Fakat ellerim? Üşümesin? Vay başıma.
Mübarek Cuma (temsili resim)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder