6 Aralık 2010 Pazartesi

8 Kadın

Şu "kendini çok irdeliyorsun" diyen psikiyatr, "peki arkadaşların?" diye de sormuştu. Arkadaşlarıma ne olmuş doktorcum? 

Biz sekiz kadınız. Kimimiz on beş, kimimiz yedi senedir tanıyor birbirini. Daha yeni olmasa da daha eskiye dayanan başka arkadaşlıkları var hepimizin ama biz sekizimiz ODTÜ Sosyoloji'de bir araya geldik ve bir şekilde bir arada kalmayı başardık. Henüz zaman tarafından çok aşınmış olmasak da dünya haritasını önümüze koyalı epey oluyor. Gene de kopmadık.

Kadınlardan bahsediyoruz ve sekiz tanesinden. Güçlü ve kendine güvenen sekiz zeki ve güzel kadın. Erkekler nasıl diyor? Dominant. Çoğumuz akademik kariyere baş koyduğu halde hayattan beklentilerimiz elbette farklılık gösteriyor. Tıpkı inançlarımız ve hayattaki duruşlarımız gibi. Aşk hayatımıza gelince...sayı sekiz olunca gündem de pek boş kalmıyor elbette. Hoş...gündemimizin de o eski halinden eser yok şimdi. O dalgalanmalar, savrulmalar, dibe vuruşlar, ani yükselişler, vurgunlar yerini sükunetle kaplı yorgunluklara, kırgınlıklara, sessiz ve sakin bir öfkeyle içimize işleyen soğuk korkulara bıraktı. Daha ölmedik ama duruluyoruz. 

Birimiz evleniyor bile! Telefonda "nerede kaldınız" diyen gergin sese "geldik" diye cevap yetiştirmemiz ve taksiden inip bir gelinlikçiye koşmamız, merdivenleri koşarak çıkmamız görülmeye değerdi. Kapı açılıp da onu öyle görünce dilim tutuldu. Bunun bir film sahnesi olduğunu sanıyordum. Değilmiş. İçimden gerçekten ağlamak geldi. Amfinin kapısından dönüp çimlerde bira içen, her gün ayrı desenli oje süren, rengarenk giyinen fevri arkadaşım...sabahlara kadar beraber dans ettiğim, ülkenin bir ucunda birlikte çalıştığım, yeri geldiğinde dilimi tutamadığımdan karakola beraber düştüğüm arkadaşım...sanki bugüne kadar kimliğini bizden saklamış bir masal prensesiydi. Benim arkadaşım dedim içimden, çok güzel. 

Evliliğin muhabbetlerimize girdiği seneyi hatırlıyorum. Neredeyse birdenbire oldu. Hala okuldaydık aslında. Yusuf Ziya'nın sıkça kullandığı tabiriyle bullshit olmaktan, toplumsal bir dayatma, bir kurgu, bir ticaret anlaşması, bir şirket evliliğinden daha derin bir anlamı olmadığını bildiğimiz evlilik kurumuna burun kıvırmayı, onu da her kurum gibi yerin dibine sokup çıkardıktan sonra silkeleyip atmayı nasıl bıraktık. Neyse ki sadece laf arasında öylesine geçiyor ve kapanıyordu hemen. Biz dans etmeye devam ediyorduk. Sonra çocuk sevmeyenlerimizin bu sevgisizliği azalmaya yüz tuttu. Çocuk görünce gremlin görmüş gibi davranmayı bırakmaya başladılar. Bu son süreç henüz tamamlanmadı elbette. 


Fakat işte saha çalışması gözüyle baktığımız akraba, eş dost düğünleri ete kemiğe bürünmüş, bizim gerçekliğimizin bir parçası olmak üzere. Yüzük, gelinlik, düğün organizasyonu, ev bakma, kına gecesi, altın...düğünde giymek için elbise, ayakkabı, ona uygun çanta. Hepsi gerçek artık. En yakınımızda. İçimizden biri kurumsallaşmaya karar verdi. Biz düğünde ne giyeceğimize henüz karar vermedik. 


Buna rağmen biz şu son bir iki yılda, aşk&ilişkiler mevzusunda birbirimize verecek aklımız olmadığında karar kıldık. Her ne kadar dominantlığımızdan sual olunabilemese de toplansak bir akıl etmediğimiz sonucuna vardık. Psikiyatra verdiğim cevap da buydu: "Birbirimizden pek farkımız yok". Olmaz mı, var elbette. Fakat sanırım en nihayetinde beklentilerimizle baş başa kalıyoruz. Ya biz olmamız istenen olmakta zorlanıyoruz ya da olmasını istediğimiz gibi olmuyor birlikte olmayı seçtiğimiz insanlarla ilişkimiz. Kendimizi kaybetmeden karşılıklı taviz vermeyi öğreniyoruz biz de; emek vermeyi, mücadele etmeyi, pes etmemeyi, vazgeçmemeyi, bırakıp kaçmamayı. Bazen de bittiğinde bitti demeyi, arkaya bakmamayı, geriye dönmemeyi, sil baştan bir hayat ve yeni hayaller kurmayı. Öğrenmek zorunda kalıyoruz kalmasına ama çoğu zaman ters dönmüş gregor samsa gibi debelenip durduğumuz gerçeğini değiştirmiyor bu. İrdeliyoruz, kurcalıyoruz, kurup duruyoruz, sorguluyoruz, tatmin olmuyoruz, emin olamıyoruz, güvenemiyoruz, korkuyoruz, korkutuyoruz, kaybediyoruz, kayboluyoruz, düşünüp duruyoruz, gene de bir yere varamıyoruz. Biz bu işin içinden çıkamıyoruz.

Bir de birbirimizi kitleyen cümlelerimiz vardır bizim. Genelde hiç ummadık anda, durduk yere, birden bire dökülüverirler ağızdan. Kısa ve net ilamıdırlar malumun. "Bazen onu çok özlüyorum", "onu hala çok seviyorum" ya da "beni kimse onun gibi sevmeyecek" gibi. Atlatılamayan ayrılıklar ya da ilişki içinde üstü örtülen küçük, önemsiz çatlaklara dair nokta atışları. Hiçbir cevap beklemediği gibi pek bir cevabın da tatmin edemeyeceği sözler bizi suskunluğa iten. Ayrı ülkeler ayrı şehirlerde iyice ağırlaşıp dibe çöken yalnızlıklar, mutsuzluklar, özlemler...boş şarap şişeleri, dolup taşan küllükler, kağıt mendillerdeki rimel izleri...minör depresyonlar, yeme ve uyku bozuklukları, panik ataklar, ağlama krizleri, güven sorunları, eski serseriliklerin ikamesi uzun münzevi günler, aylar, yıllar. 

Feminizmin mevzu bahis olduğu bir derste uzayıp giden tartışmalardan sıkılan kadırgalı, kokoş bir arkadaşımız dayanamayıp "sizi bilmem ama ben erkekleri seviyorum valla!" diye tartışmalara son noktayı koymuştu. Bu basit nidasıyla o sırada havada uçuşan bütün o sofistike teoriler bir anda ölü kuşlar gibi düşüp amfinin yerlerine saçıldılar. Tabi ki değersiz, anlamsız ya da geçersiz kılamazdı o teorileri. Fakat saçmalık derecesinde basit bir noktaya parmak basmıştı. Bu çıkışına hepimizin gülmesiyle tartışma hararetini yitirmişti fakat gene de rahatsız edici bir tarafı vardı. Sonuçta biz orada ciddi bir şeyden bahsediyorduk.  Ücretsiz emekten, ev içi sömürüden bahsederken sevgi çok yersiz bir kavramdı. Şimdi ne zaman "neden buna katlanıyor öyleyse" diye sorduğumda basitçe bir "seviyor" cevabı alsam aklıma bu geliyor. "Seviyor", teorileri olmasa bile bir çok şeyi sahiden geçersiz kılıyor. Sevince akan sular duruyor, çözümlemeler, yorumlar, müdahaleler...hepsi havaya açılan bir ateşten ibaret kalıyor. Ondan değil mi ki insan kadın olunca her şeyi unutuyor, yüreğinin içindekinden başka. 

Nereden çıktı şimdi bu yazı? Madem ki yazdım, o yedi kadına ithaf ediyorum. 


8 yorum:

  1. hadi canim?! gremlin gormuse donen arkadas artik irkilmiyor mu cocuklardan??

    ("seviyor"un da teorisi var: politics of affect. spivak daha cok.)

    YanıtlaSil
  2. gene bir iritasyon mevcut tabi de eskisi kadar değil yani.

    "seviyor"un da teorisi var gibi geldi bana da ama yazarken bi minnoşlaştığım için bozmak istemedim. okumadıysam yoktur :)

    YanıtlaSil
  3. peki benim yazdığım yorumlar neden çıkmıyo? :(

    YanıtlaSil
  4. bak inanırsak çıkıyormuş işte :)

    YanıtlaSil
  5. itiraf ediyorum ben baya ağladım ya (özellikle gelinlikle görme kısmında), yine küçük bi hollywood prodüksiyonu söz konusu olmuş aysecim :))

    ayrıca bence hala sinirlerimiz gayet işlevsel, 40dan sonra iyice nevrotik olucaz. şükretmek lazım :)

    YanıtlaSil
  6. nevroz bizi kesmez ipokum, ver oradan psikozu ver sen :)

    YanıtlaSil
  7. gremlin görmüşe dönen kim? kendimden şüphelendim. bana mı dediniz? yoksa Bengi mi?

    YanıtlaSil
  8. valla yazarken sen, bengi ve bilun vardı aklımda açıkçası ama en anaç ben olduğum için hepinizi bir kategoride toplayabiliriz gibime de gelmedi değil :)

    YanıtlaSil