29 Aralık 2010 Çarşamba

Ayçiçekleri

Neden böyle sulu gözlü oldum ben? Yeni bile değil bu halim.
Sevdiğim biri vardı. Bir asır önce. Herkesin vardır. Herkes ilkin farklı sanır kendi sevgisini. Daha çok, daha büyük, daha kuvvetli...bu kadar zaman sonra artık bir şey sanmıyor insan. Film izlerdik, ağlardım. Aptal gibi hissederdim kendimi, utanırdım. Doğa kanunu: kendisini sevenin gözlerinden göremiyor insan kendini. O kadar da aptal görünmüyormuşum meğer, bilemezdim. Geç de olsa öğrendim öyle görünmediğimi. Gene de en olmadık şeylere ağladığımda hep o ağlayışım geliyor aklıma. Tıpkı şimdiki gibi.
Çok düşündüm. İçki mi? Gecenin etkisi? Hormonlar? Aşk bile değil. Ölüm... Ölüm hep ağlatır beni. Hiç sekmez, dayanamam. Yok oluşlar, bir daha göremeyecek oluşlar, hatıralarda yaşayışlar hep ağlatır beni. Güzel şeylerin kayboluşundan daha korkunç bir şey gelmiyor aklıma. 
Bu sefer Vincent van Gogh'la ağladım. Evet, başardım bunu. Neyse ki kimse görmüyor artık. O yüzden kendi kendimle dalga geçiyorum ben de. Can sıkıcı rasyoneller gibi kurcalayıp durmaktan usanmıyorum bir de: iki bira içtim, ondan olamaz. Hormonlar? Sabit. Gece? Her zamanki kadar. Müzik? Salya sümük ağlatmaya programlanmış dev yapım Holywood film müziği gibi, I don't wanna miss a thing gibi bir şey. O zaman neden? Neden, neden, neden cevap ver rasyonel özne, neden? 
Resim...kaybettiğim en güzel şeylerin ilkiydi belki de. Yıllar sonra tesadüfen sardırdığım İngiliz yapımı bir bilim kurgu dizisi sayesinde ve Van Gogh'un suretinde, içimde bıraktığı ve yerini asla dolduramadığım boşluğa dokundu. Ne içki, ne gece...kendimden başka suçlayacak kimsem yok bu gözyaşları için de. Tamam belki bir de o şarkıyı o sahneye uygun gören insanın bok yemesi olabilir biraz...ama sadece biraz, çok değil. 
Bir kere başlayınca öyle durmuyorum ki. Sanki bir kez bir şeye gözlerim dolunca, o güne kadar ağladığım her şey geri geliyor ve hepsine birden ağlıyorum. Aşklar, ölümler, kayıplar...yeri doldurulamayacak ne varsa. İnsan yeniden aşık olur, biliyorum çünkü öyle diyorlar...ve doğumlarla hayat sürekli yeniliyor kendini ama bu demek değil ki boşluklar dolar. Toulouse Toulouse'dur ve Van Gogh da Van Gogh. Picasso? İkisinin de yerini dolduramaz, doldurmamalı da zaten. Hayat yeniliyor kendini ama boşlukları doldurarak değil, onları üst üste yığarak. Tıpkı bu ağlamalarım gibi. Geri gelmeyen her şey gibi. 



-al işte gene aynı yere döndük.
-sanırım hep olduğumuz yerden bahsediyorsun?
-aslında maalesef evet. birbiriyle kafiyeli devrik cümleler, geçmiş gitmiş aşka referans, ne kadar aptal göründüğünü tasvir etmekle yetinmeyip ne kadar aptal olduğunu da aşikar etme falan filan. kendine saygın nerede senin?
-dikkat et, tam arkanda!
-salak.
-içimden başka türlü yazmak gelmiyor ne yapayım. 
-bir şey yazmasan olmuyor mu? yazdıkların da pek bir şey ifade etmiyor zaten, malum. 
-bilemeyiz. 
-saçma sapan bir dizide çalan saçma sapan bir şarkıya ağlamışsın, bunu kimin bilmeye ihtiyacı var?
-bir kere dizi...tamam biraz dünyayı kurtaran adam gibi gelmişti en başlarda ama efsane bir dizi ve şarkı da...evet tam bir kız şarkısı, buram buram dram kokuyor falan ama sözleri vurdu sanırım biraz.
-gına geldi dramından.
-haklısın.
-tabi ki haklıyım.
-senden nefret ediyorum.
-ben de senden.
-iyi geceler.
-iyi geceler. 

1 yorum:

  1. ehehe... bu duygusallık değil miniğim. bu, elimizde duygusallık var, bu zamana kadar olmadığı ölçüde, onla naapcağımızı bilememek. sen de dalga geçmişsin kendinle. içten içe biliyoruz, saçma bi durum. hayır biz yaşadığımız için de "saçma"yı da kondurmuyoruz, illa bi anlamı olacak. her bokun altında anlam aradığımız için. bünyeler tepki veriyor sanırım, değişiyor bi sürü şey etrafımızda, ona tepki veriyor. sinsi sinsi bi duygusallık büyümüş, bu anı beklemiş içimizde. alien gibi çıktı bi anda. sevip çocuğum deyip bağra mı basmalı, yoksa alien yaratık diyip boğup atmalı mı bilemiyoruz :O)
    ya da saklayalım, topluma çıkarmadan, arada buluşturup arkadaş yaparız alienlarımızı :O)
    love ya!

    YanıtlaSil