4 Aralık 2010 Cumartesi

Yaşantına, ismine, beni çağıran sesine

İstanbul’un insanı delirten bir havası vardır ya, gene onu çalıyordu bugün. Ne sıcak ne soğuk, insanın yüzünü okşayarak eser. Öğleden sonra üç güneşi bal misali akar insanın içine. Yüzünü küçük küçük öper. Dudaklarının bitip yanağının başladığı yeri; gözlerinin gülerken kırışan deltasını; alnının bitip saçlarının başladığı yeri ve saçlarını en ucuna kadar öpüp koklar. Mahzun ama munis; ılık, yumuşak ve sevecendir. Hiç beklenmediği için de bu denli güzeldir belki. Aralık ayında bahar. Kadıköy-Beşiktaş vapurunun kalkmasına daha var diye içeri girmeyip sahil boyunca yürürken içine çektiğin bir nefesle İstanbul’un bütün klişeleri ve daha fazlası dolar içine: martılar, vapurlar, bulutlar, dalgalar…bu havalarda çektiğin nefesle hepsi, her şey dolar. Genişçe gülümsememekte zorlanır insan. Yalnız, kontrol grubu adına konuşuyorum (n=1) bu durumun aşık olmakla hiç mi hiç ilgisi yokmuş, bir tarafınızdan element uydurmayın. Meteoroloji, aşıkların romantik emellerine kurban edilmesin artık. Yeter. Yağmur ıslak, kar soğuk, bahar da ılık bir şey. Bitti gitti. “Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum/ Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?”. Cevap veriyorum: Ne alakası var! Bahar da yaz da, yağmur da aşk da insanın içinde. Varsa var, yoksa havayı sıkıp suyunu çıkarmanın alemi yok.

***

Yolda bir şarkı dinliyordum ki aydınlandım. Ben de böyle yazıyorum diye düşündüm, haklı olabilirler. Şarkıda kız mektup yazıp, adamı bırakıp gidiyor ki gidemiyor, gerisin geri dönüyor. Bir adet “git..git..git..me dur!” hali. Düşününce garip gelmedi böyle yazmam. Şarkıda adam kızın bıraktığı mektubu bulmadan geri dönüyor kız. Benimki bulunmuştu, öyle diyelim. Bedenini bir yerden söker gibi, koparır gibi alıp sürüklerken ruhunun da er ya da geç kendisini izleyeceği yanılgısına düşen kadınların tipik dalgalanma durumları. Bu dalgalanmalarımın en nihayet yazım stilime sirayet etmesi ilginç geldi. Mesela şakıyarak başlıyorsun yazmaya ama için ağlıyor aslında. Yazarken yazarken bir de bakıyorsun kelimelerinin de gözleri dolmuş. Yahut tam tersi, için loş, soğuk ve rutubetli o gün ama içinde buna direnen bir gülücük var. Yazının sonlarına doğru kelimeler kikirdemeye başlıyor. Gitmek isteyip de gidemeyen ya da gitse de gidemeyen bir kadın gibi…gitmesi de gerçek, kalması da. Gülmesi de gerçek, ağlaması da.

***

Ben senin gibi açık yazamazdım deyince şaşırdım. Açık yazdığımın farkında bile değilim bazen. Farkına varınca tümden siliyor ya da kırpıyorum. Saklayacak neyimiz var halbuki, söyleyecek neyimiz? Bilmiyorum. Başkalarının sırları hariç neyi saklayabilmişim bugüne kadar, kendime dair neyi içimde tutabilmişim sanki. Suskunlaştıkça yazmaya verdim kendimi. Neyi nasıl hiç önemli değil. Hem saklayacak kadar önemli bir şeyim yok ki. Gücüm bu kadar, zayıflıklarım şunlar…kafamın içi aşağı yukarı böyle bir yer. Çok sevdiğim, çok sevildiğim oldu benim. Yanıldığım ve yanılttığım da oldu şüphesiz. Sevdim kaçtım, sevmedim kaçtım. Ağladım, ağlattım, ağladık. Beni benimle bırak diyordu şarkı, ben kendimi de bıraktım. Üstü kalsın. Yani bir hikaye ki herkesinkinden farksız. Bir hikaye ki benim ama bana özgü değil. O yüzden yazdıklarım parçalı bulutlu; yazdıklarım bir akşam üstü; iki şehrin ışıkları, sesi, kokusu yazdıklarım. Yolda yürürken bir şarkı tutturmak. Sesim kötü olmasına kötü ama önemli olan bir şarkısı olması değil mi insanın…


4 yorum:

  1. tamam, kadın en başta, en önce duygusal. biz sizi böyle seviyoruz zaten,
    de,
    sevmediniz kaçtınız onu da anlayabiliyorum. ama
    sevince niye kaçtınız? bu kadar zor mu oluyor?

    tabiki bunun tek bir cevabı olmadığının çok çok farkındayım ama yine de aklım almıyor bazen.geceleri. biryerlerde bir eksik mi var, nedir?

    YanıtlaSil
  2. birincisi, kadın duygusaldır erkek rasyoneldir muhabbetine girmek istemem, çok gülerim.

    sevmeyince basıp gider insan eyvallah, peki sevince? meşru bir soru. akıl alacak şey değil, doğru. özellikle geceleri kafa yoruyorum ben de. henüz o çoklu cevaplardan birine bile ulaşmış sayılmam.

    eksik mi denir bilmiyorum ama bir yerlerde bir terslik oluyor ki böyle saçma sapan bir şey yapıyor insan. pardon, kadın. gerçekten samimiyetle cevap vermek istedim, şudur demek istedim ama gerçekten bilmiyorum. zaten bilsem bu kadar salak ve mutsuz olmazdım sanıyorum.

    ancak google ses tonuyla şöyle diyebilirim:
    bunu mu demek istediniz?
    http://leyla-gunduzdusleri.blogspot.com/2010/03/korku.html

    YanıtlaSil
  3. bir de şöyle birşey var; ben sevince kaçan erkek görmedim. yoksa duygusallık sadece kadına mahsus değil.keşke öyle olsaydı.

    insan bağlanmaktan niye korkar? bağlanınca kolayca zarar görebileceğini ve vazgeçilebileceğini bilir. Nereden mi bilir, kendisinden olacak. eşşoğlusu.

    eskiden birbirini gerçekten seven iki insan için işlerin çok kolay olduğunu düşünürdüm, sonuçta paylaşılamayacak kadar değerli birşey yok hayatta. sadece teoride. pratik çok farklı.

    geceler rahatsız ediyor. gece kadar rahatsız etmiyor.

    YanıtlaSil
  4. geceler fena, evet, "katran karası geceler".

    YanıtlaSil