20 Şubat 2011 Pazar

Ömrümün Senbaharı


“Anların, bitmek tükenmek bilmeyen bir tek an olarak uzaması; zamanın, yaşananın tarihini belirleyen bir öğe olmaktan çıkıp, üstüne bir taş yığını gibi yıkılmasıdır insanı korkutan.” 
    Pınar Kür       
Bir kitap okursun, hayatın değişir. Bir adamı seversin, sen değişirsin. Bir romanın aklıma getirdiği yerlere ve zamanlara şöyle bir uğradım. Değirmendere’deki sahafın kapısında sigara içerek beni bekleyen halamın sabırsız bekleyişine son vermek için son anda elimi atıp almaya karar verdiğim romanın kadın kahramanında kendimi bulmuş olmam muhteşem bir tesadüf. Zaten bana ait olan bir şeyi geç de olsa ele geçirmiş gibi hissediyorum kendimi. Oysa son derece yersiz bir kibir bu, çünkü esasen kitap beni ele geçirdi. Bir Cumartesi gecesi insanların yalpalayarak yürümeye başladığı saatlerde bindiğim Kadıköy-Taksim dolmuşunda açıp okumaya başlamam da bunu gösteriyor. Camdaki yağmur taneleri kitabın sayfalarına gölge olup düşüyor. İçinden deniz geçen şehre de içinde yağmur yağan roman yakışır.

Ben Nilgün müyüm? Peki ya Sinan’la hiç tanıştık mı? Tanımama gerek var mı…hikaye çoğu zaman aşağı yukarı aynı değil midir sanki? Bir adam ve bir kadın vardır. Kavuşamazlar, aşk olur. Zaten kavuşup mutlu olsalar ortada bir hikaye olmaz. Mutluluğun hikayesi olmaz. O yüzden mutlu sonlar vardır, mutlu hikayeler değil. Acının, yoksunluğun, kederin hikayesi olur. Ve aslında her roman bir genç kızın romanıdır. Bir kadın bir gün bir adamı sever ve bir daha asla aynı kadın olmaz. Aşkına düştüğü adamın yanlış bir insan olduğunu söyler durur herkes -belki adamın kendisi de- ama kadın aldırmaz. Herkese ve hatta sevdiği adama rağmen aşkla sevmeye devam eder adamı. Kaç yıl, kaç ay kim bilir. Savaşır gibi sevmek ana dili olur kadının. Duyduğu bildiği ilk dil bu kanlı savaşın dilidir çünkü. Kansız devrim olmaz. Yıllar içinde başkalarını da sever, belki daha bile çok. Fakat istemese bile o adamın imzasını taşır.Yapacağı her kötülük, sığınacağı her ihanet adama duyduğu kine boyalıdır. İntikam yıllar sürer. İntikam yaşatır. Aşk, kinin gölgesinde kalır. Hiçbir kötülük doyurmaz. Her adam suçlu, her ilişki bitik ve her aşk baştan yeniktir.

Adamın rolünü üstlenerek devam eder kadınlığına. Güven vermez, söz vermez, huzur vermez. Can acısını can alarak dindirmeye çabalar. Canı yanmış kadın yaralı bir aslan kadar tehlikelidir. Aşılıdır, küçük cinayet faili adamları delip geçer bakışları. Kötülüğü dışında olan adamlardan korkmaz. İyilik tekinsizdir, ürkütür. İyiliğin sakladığı şeyler vardır. Hem…kötülük bulaşıcıdır. Ancak daha fazla acı vererek dinebilen can acısı insandan insana geçer. Bir kere kan döküldü mü herkese bulaşır. Burada kimse temiz kalamaz. Kimse masum değildir, kimseye güvenilmez.

Nilgün gibi kadınları Sinan gibi adamlar öldürür ve Nilgün gibi kadınlar bütün bir ömrü seri cinayetler işleyerek geçirseler dahi kafi gelmez. Sinan gibi adamları –hatta Sinan’ı- gözlerinin ta içine bakıp aşkla sevgiyle gülümseyerek öldürmek bile teselli olmaz. Olsa olsa tehlikeli bir spor, bir zeka oyunu. Aşk biter, kin bitmez.

Kitabın daha yarısındayım. Nilgün henüz 21 yaşında, yaşam belirtileri göstermek için çırpınan taze bir ölü. Sinan’ın avucuna bıraktığı kalbine felç inmesinden sonraki en büyük dramını henüz yaşamadı. Karşısına onu gerçekten seven, gözlerine bakıp içini gören, iyiliği ve güzelliği içini ısıtan bir adam çıkmadı henüz. Nilgün, yaşlı kurtlarla da ağız çapkını genç adamlarla da nasıl uğraşılacağının bilgisine vakıf fakat iyilik karşısında çaresiz. Onu tavlamak değil sevgisini kazanmak isteyen bir adamla karşılaşırsa ne yapacağını bilemez. Teslim olmak elinde değil, dikenlerini istese de indiremez. Sevmek isterken adamı da kanatır, kendi de kanar. O kötü şeyler yapmak istedikçe elini kolunu bağlar içini ısıtan sevgi. Ilık bir huzur sarar her yanını, anlayamaz. Anlamakta zorlandığı şey ürkütür insanı. Hem akmasını istediği kan, almak istediği can bu adamınki değildir. İçi daha fazla ılınıp huzura teslim olmadan yapabileceği en iyi şey kaçmaktır. Bu sefer yalnızca kalbini değil, kendini de bırakıp kaçmak.

Bakalım Pınar Kür, Nilgün’ün bu dramı yaşamasına göz yumacak mı? Kim bilir, katışıksız iyilik de katışıksız değildir belki. Belki son yarasını en ummadığı yerden alır Nilgün. Peki sonra ne olur, bu roman nasıl devam eder? Kimse ölmemiş olacak ki bir bu kadar daha devam ediyor kitap. Acaba nasıl devam ediyorlar hayatlarına, yıllar nasıl geçiyor. Uzun zamandır bir roman bu kadar sürüklememişti beni. Nilgün’e “sen kenara çekil” deyip ben öldürmek istiyorum Sinan’ı. Tanıyor muyum onu, ya da tek bir kişi mi Sinan? Değil. Entelektüel sakalı tütün kokan, gözlüklü bir adam. Ama daha yirmisinde bile olmayan küçük bir kızın büyük aşkından kaçacak kadar korkak, ama inanmadığı halde edebiyatı bile utandıracak kadar büyük sevgi sözcükleri sarf etmekten imtina etmeyecek kadar acımasız. En büyük aşk onunki, en korkunç acı da öyle. Yazar, Sinan’ı böyle anlatıyor. Sonra yazar, Nilgün, ben birbirimize bakıp gülümsüyoruz.

2 yorum:

  1. Merhaba,
    tesadufler bizi bazen bi kataba goturen..
    Bazen farkinda olmadan bi kitap alirsin,orda bulursun kendini, kendine bile anlatamadiklarini okursun satir satir; bazen de cok isteyerek aldigin bi kitap haftalarca rafinda durur sonra sen onu oyle bi zamanda okumaya baslarsin ki o kitap senin yolunu cizer..
    Bahsedilen kitabi okumadim ama duygular cok tanidik geldi paylasmak istedim:)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,
    çok iyi ettin.Çoğu zaman senin gibi ben de kendim için, kendimi rahatlatmak için yazıyorum ama yazdıklarım okuyana tanıdık gelince de bir seviniyorum.

    YanıtlaSil