17 Ekim 2010 Pazar

22'yi 36 geçiyordu saat...

22'yi 36 geçiyordu saat.
Aynı bölmedeydi Nimet Hanım.
Genç bir kadın.
Bir vekâlette memurdur.
Güzel değil,
başka bir şey,
bir acayip sıcaklık.
Güzel olmadığı için güzel.
Yakınları ona mutlaka "canım" derler.
Bir mektup okuyordu.
Çok uzaklardakine yazmıştı bu mektubu
                      Ankara'dan atacaktı postaya,
                                              belki de atmayacaktı,
                                                          hayır, atacaktı muhakkak.
Şöyle başlıyordu mektup:
"Orhan,
sana dün aşağılık bir mektup yazıyordum,
vazgeçtim.
Ama şimdi ne diye söylüyorum bunu?
Kim bilir?
Kancıklığım zahir.
Halbuki ben onu yazabilseydim sonuna kadar
sen bir hayli sinirlenecek
                                    sevinecek
                                                   iştahlanacak
                                                           falan filan olacaktın.
Şu kadar ifşa edeyim:
seni istedim dün
dün dehşetli canım çekti seni.
Ve bütün münasebetsizliğine rağmen
                                horozluğunu özledim.
Bu fizik açlık bende yoktu.
Bir krizdi geldi geçti.
Ama kaç para eder,
ben eminim ki artık
bu krizler daima sen yanımda olmayınca tutacak.
Bu fizik açlık bende yoktu.
Ve tahammül edemem böyle bir şeyin başlamasına.
Bu olmamalı, sevgilim.
Etimi yenmesi lazım kafamın.
Ama insanda öyle mahrem bir an oluyor ki
                          kafasız bir vücutla kalıyor insan.
Tek bir arzusu var işte o zaman.
Ama bu herhangi bir erkeğe ait sanma.
Hayır, daha o kadar olmadım.
Ben seni istedim sadece.
Ama ne türlü istemek
                  nasıl merhamete layık,
                                        ne korkunç,
                                                nasıl âciz ve yapyalnız bir şey.
Fakat gülünç değil.
Ve korkum burdan başlıyor.
Benim için dua et, sevgilim,
                           madem ki yanımda yoksun.
Dün hırsımdan bir bardağı kırdım elimde.
Ne boktan, isterik bir hal.
Niye bu kadar uzaksın?
Fakat gelme sakın,
                    zaten gelemezsin,
                                     istemiyorum
                                                olduğun yerde sittin sene kal..."


(Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları. Adam Yayınları, Ekim 1998. s.210-211)


Başucumda duruyor kaç zamandır. Gelişigüzel açıp okuyorum arada. On seneyi geçmiş okuyalı, çocukça notlar almışım üstüne. Silmeye de kıyamıyorum. Neyse ki böyle kısa ziyaretlere müsait bir kitap. Geçen akşam da bu mektuba denk geldim. Nazım'ın, o çok sevdiği kadınların ağzından yazması ilgimi çekiyor. Nazım, kadınları seven bir adamdır, malum. Her adam öyle değildir, aynı şey değil. Bir kadının aklına girdiğinde ne gördüğü, nasıl gördüğü ilgimi çekiyor o yüzden. Kalkıp şiiri çözümleyecek değilim, buna lüzum da yok. Yalnız, ancak bir kadın "istemiyorum, olduğun yerde sittin sene kal" diye bitirirdi sevdiği adama yazdığı mektubu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder